Hep Aynı Oyun
(Cemiyet Ve Emperyalizm)
“Doğulu ve Batılı pek çok araştırmacının nitelediği gibi İslâm Uygarlığı ‘birlik ve sınıflaşma’ mozağının uygarlığıdır. Uygarlığımızın önemli özelliğidir bu ikilik... İslâm toprakları üstündeki bütün devletçiklerde bulunuyordu bu ikilik. Ana Devlet’ten kopan siyasal birliklerde sınıflaşma ve çeşitliliğin hemen başında birlik ve bütünlüğü görüyoruz. Irkî açıdan ayrı; ama uygarlık kaynağı ve büyük ortak hedefler açısından sımsıcak bir ilgiye dayalı birlik ve bütünlüğü görüyoruz.[1]” Lâkin 18.yy’dan itibaren yayılmaya başlayan sömürgecilik, sömürge ülkelerde etnik kökenleri işleyerek ve ön plâna çıkararak, bu uygarlık mozağını parçalamıştır.
20. yüz yılın ilk Dünya Savaşı öncesindeki bu sömürgeleştirmeden en ağır yarayı Osmanlı Devleti ve onun koruyuculuğu, şefkati ve müsamahası altında olan devletçikler almıştır.
Bilindiği gibi, sanayileşmenin kültürel temelleri “Yunan-Latin medeniyeti ile birlikte Hıristiyanlığın” dünya görüşüne dayanır. Yine bu kültürel temeller “haçlı felsefesi”nin özüdür de. İlk Dünya savaşı sonrasında sosyal, ekonomik ve askerî alanda “haçlı felsefesi” iflas etmiştir. Emperyalist ülkeler bu alanda iflasa uğrayan güçlerini başka alanlara, başka taraflara çevirmişlerdir; siyasî, kültürel ve fikrî alanlara...
1900’lardan başlayarak sömürge ülkelerde fikrî depreşmeler ve fikrî uyanmalar başlamıştır. Bu ülkelerden biri de, adını son yıllarda sık sık duymaya başladığımız Cezayir’dir.
1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edilen Cezayir, bu günlerde hayli sıcak havalar yaşıyor. Batı’nın emperyalist güçleri Cezayir’de, yüz yılımızın başından itibaren, aktif bir fikrî mücadele ile karşı karşıyadırlar. O günden bu güne Cezayir binlerce şehit vermiş ve kan dökmüştür.
Emperyalizm tarafından bu ülkede oynanan oyunlar, geçmişte ve yakın zamanlarda, İslâm ülkelerinin hepsinde yazılmış ve sahneye konulmuştur. Yazılıp oynanan senaryoda zaman, şahıs başkalık arz etse de, tek değişmeyen, oynanan oyunların İslâm ülkelerinde umumilik kazanmasıdır.
Doğrudan doğruya sömürgeleştirilemeyen ülkelerde emperyalizm siyaset, fikir ve kültür sistemlerini ele alır.
Biz şimdi size, emperyalizmin Cezayir’de yüz yılımızın başından bu yana, özellikle, fikir savaşı alanında, oyunlarını kalın çizgilerle arz etmeye çalışalım:
Hemen şunu belirtelim ki, sömürgeci ülkelerle sömürülen ülkeler (İslâm/gayri İslâm) arasındaki kavganın temeli “akide kavgası”dır. Bugün Batı “İslâm Akidesi” ile olan kavgasını gizli tutmaktadır. Kendini gizleyerek toprak, ekonomi ve askerî üstler gibi yaftaları kullanmaya başlamıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra Müslüman ülkelerle yüz yüze savaşmaktan vazgeçen sömürgeciler, misyonerlik faaliyetleri ile sahte yönetimlerini meşrulaştırmaya koyulmuşlardır.
Başlangıçta emperyalizm bir ülkede aralarında “organik bir bağ bulunmayan” ,sadece şehvet ve çıkar bağı bulunan “fertler topluluğuna” iktidarı teslim eder. “Onu önceki iktidarın bir devamı gibi göstermeye ehemmiyet verir. İslâmî yaftaları kullanır. Ekonomik, siyasî ve fikri alanlarda ona destekçi olur. Ajanlarının kalemiyle, beynelmilel yayın araçları ile; kısaca tüm güç hile ve uzmanlarıyla onu korur.”([2])
Eğer emperyalizmin karşısına bir güç, yani “gövdeleşmiş düşünce” olarak çıkarsanız, sizi kaba güç kullanarak tesirsiz hale getirir. Gövdeleşmiş düşünce mahiyet değiştirerek “soyut düşünce” biçimine dönüşürse, emperyalizmin plânlarını dikkatli ve ayrıntılı yapması gereği duyduğunu, kendisini rahatsız edecek bütün bilinç odaklarını yok etmeyi ihmal etmediğini görürüsünüz.
Yakın vadeli tehditten başlayarak, ülkede fitne-fesat çıkartmakla işe başlar, emperyalizm. Kendisine karşı düşünceleri tespite yarayacak, İslâm dünyasının her gün değişen psikolojik bir haritasını çizer. Çizdiği bu harita sayesinde, “çeşitli sınıf ve tabakaların bilinç yapısına uygun düşen operasyonları gerçekleştirme imkânına” kavuşur.
“ Sözgelimi; aydınlar düzeyinde ‘gövdeleşmiş düşünce’ ye ait bir gramer kullanarak, onların önüne soyut fikir karşısında anlayış kanallarını tıkayan siyasal sloganlar sürer. Emperyalist plân olgunlaşmıştır; “artık sıra, varlığı sömürülen halkın ve ulusların kamuoyunun dikkatinden kaçsın diye fikir cephesinin üzerini koyu bir karanlıkla örtmeye gelmiştir.”
Sömürge ülkeler yeni oluşumlara doğru bir adım atar ve bu adım da emperyalizmi rahatsız ederse
Emperyalizm taktik değişikliği yapar:
Eğer ülkeniz toprak ve tarım reformunu millî bir mesele olarak görür ve çözüm ararsa; emperyalizm hemen toprakları istila ve çiftçileri kötülemeyi siyasî plânındaki hedefi olarak ele alır. Basının da yadırganmayacak tavrı ortadadır. Emperyalizm tarafından istila edilen topraklar ve kötülenen çiftçiler hakkındaki oynanan oyunlar karşısında sessiz kalır. Uluslararası ajansların yaptıklarından daha fazla bir şey yapmaz.
Emperyalizmin uyguladığı yöntemlerden biri de, kendisinde “gövdeleşmiş düşünce” sahibi olan kişiyi siyasetten el çektirilecek plânlara başvurmasıdır. Halkla ülke gerçekleri arasındaki irtibatı sağlayan, “gövdeleşmiş düşünce” sahibi siyasetçinin atıl bırakılması sayesinde halk, ülke siyaseti hakkında düzenli ve doğru bir bilgi akışına kavuşamaz.
Ülkenizde millî bir kültür programı hazırlanıp uygulamaya konuluyorsa, emperyalizmin sinsi oyunuyla bir kez daha karşı karşıyasınızdır. Zaten sömürge ülkelerde millî bir kültür programı uygulamaya imkân yoktur ki. Emperyalizmin kültür politikasının “kendi çıkarı ile uyum içinde olan ‘duygusal/şehevî’ bir siyasete dönüştürme amacı içinde” olduğunu biliyorsunuzdur. Böylece asıl hedefinizden saptırılmışsınızdır.
Emperyalist mihrakların gelişen olaylara karşı takındığı tavırlardan biri de şudur: “Ülkenin siyasî hayatını elinde bulunduran ‘fertler topluluğu’ ile sömürülen ülkenin kurtuluş idelini ‘aynı payda altında’ birleştirmek:”
“ Zîra bilinmelidir ki, fert ve toplumları kandırmak her zaman kolaydır; zor olan düşüncelere tuzak kurarak ve onları saptırmaktır. Buradan hareketle emperyalizmin düşünceleri kâh kontrol altında alarak, kâh uyarlayarak etkisiz hale getirme gayretlerine anlam verebiliyoruz. Bütün bu etkinliklerin amacı, düşüncelerin altındaki amacı ortaya çıkarmak, haklılıklarını ört-bas etmek ve onların sömürge ülkelerde kökleşmesine meydan vermemektir.”
Emperyalizm, ülke içinde oluşturduğu egemen güçle, halkın heyecanından doğan duygusal tepkisi arasındaki alâkayı hiç göz ardı etmez. Bu duygusal tepki karşısında iki yola başvurur; herhangi bir düşünce etrafında kendisine karşı olan her nevi gücü kırmak; eğer oluşan güç daha faal ise, mevcut bütün şartları aleyhine çevirmek. Böylece halkın aksülamelinin çoğalması önlenmiştir.
Sömürge ülkeler bağımlılıktan kurtarmak maksadı ile ilimde, sanatta, teknolojide eğitimde, siyasette ve kültürde ileri olan ülkelere araştırmalar yapmak, medeniyet getirmek(!) için öğrenciler gönderirler. İşte emperyalizmin en kolay hazmettiği şey de budur…
“Sömürge ülkeler, işlerini bir bankaya havale ettiği bu öğrenci grubunun farkında olmadan fikir savaşı alanına girdiğini bilmez. Oysa emperyalizmin gözetimi bu grupların da üstündedir. Bu grupları karmaşık bir kontrol mekanizmasıyla kuşatmış, her biri için ayrı bir haber şebekesi hazırlamıştır. Hatta denilebilir ki, emperyalizm bu öğrenciler hakkında kendi ülkelerinin vekil ya da maslahatgüzarlarından daha fazla bilgiye sahiptir.”(3)
Emperyalizm bu aşamayı umumî ve hususî bilgi toplama aşaması olarak vasıflandırır. Daha sonra ikinci aşama; öğrencileri yönlendirmeye ait plânın uygulanmasına geçilir.
“Emperyalizm bu aşamada, dışarıya gönderilen öğrenci, ülkesine bir kahraman gibi dönmesin diye bütün şeytanî maharetini kullanır. Sonuçta öğrenci ciddî çalışmaları bırakmış şehvet ve arzularını doyurmakla meşgul olmaya başlamıştır.”(4)
Öğrenci kafilesinden ülkesine dönmek istemeyenlere ayrı muamele yapılır. Emperyalizm onlarda beklide bilimsel bir yetenek fark etmiş ve ülkesine dönmesini kendi çıkarına uygun görmediğinden elinde bulunan tüm akıl çelici araçlara başvurarak onları ülkelerine götürecek yolları kapatmıştır.”(5)
Böylece ülkesinin ihtiyacının tersine keyfiyetten uzak, halkına yabancı; farkına varmadan başkalarının menfaatine hizmet eden “aydın” bir zümre oluşturulmuştur.
Sömürge ülkelerin temel hedeflerinden biri, belki de en önemlisi, “sömürge ülkelerdeki toplumsal potansiyelin/beşerî unsurların yönlendirilmesinde işlevlerini yerine getirmesinler diye, alkışlarını insandan insana-durdurmak ve engellemek istediği bir takım fikir akımlarıdır.” Fikir akımları aksiyonerlik kazandığı zaman emperyalizmin işi müşkülleşir.
Emperyalizmin bu güne kadar vermiş olduğu mücadelenin başında, ülkeleri kurtuluşa götürmeyi hedefleyen fikir akımlarına ve fikir savaşına karşı vermiş olduğu mücadele gelir. Kurtuluşu, bağımsızlığı amaçlayan fikir akımlarını yönlendirmek, yozlaştırmakla yaptığı savaş emperyalizmin güçlülüğünün ve başarısının özünü oluşturur.
Emperyalizm, kendisine karşı oluşan birbirinden ayrı olan direniş örgütlerinin arasında “çekişme ve çelişkiler” meydana getirmek; yapılan mücadeleyi lehine getirmekte ustadır. Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılması gibi…
“Nasıl Hindistan’ın bağımsızlığı gerçekte komünizmin yayılmasına set çekmek amacını taşıyor idiyse, aynı şekilde ‘Pakistan’ devletinin kurulması da İslâm’ın Hindistan’da yayılıp, yarım adada İslâmî bir ‘kuvvet’ oluşturulmasına set çekmek içindi. Böylece İslâm, Hindistan’da kendisine bir merkez bulamayacak, dolayısıyla Asya’da yayılma şansı azalacaktı. Tabii dünyada da…”(6)
Emperyalizmin, ülke münevverleri arasında millî ruhu yayma, “uykudan uyarma”, kaynaştırmayı sağlama amacı ile yapılan umumî konferansları ( Bandung Konferansı, Asyalı Yazarlar Konferansı ) mecrasından çıkararak, “verilmek istenen ideolojik mücadelenin seviyesini” düşürdüğünü görürüz. 1936’da Cezayir’in kurtuluşu amacı ile yapılan Cezayir Konferansı doğduğu andan kısa bir zaman sonra, ülke içindeki işbirlikçiler tarafından emperyalizme “satılmış” ve “boğdurulmuştur.”
Yine emperyalizm sömürge ülkelerin düşünce dünyasına “atomik düşünce” biçimini yerleştirmeye özen göstermiştir. Çünkü “atomik düşünce” nesne ve olayları birbirinden bağımsız parçacıklar, aralarında organik bir bağın bulunmadığı tek tek fragmanlar/parçalar olarak kavrama eğilimidir. Bu yol ile sağlıklı bir düşünce birliği sağlanamaz. Vuku bulan olayların kimi, neyi ve ne şekilde etkilediğini “atomik düşünce” biçimi ile tahmin etmek mümkün değildir. Atomik düşüncenin yaygın olduğu toplumlarda “anomi”nin hâkimiyeti vardır.
Emperyalizm sömürdüğü ülkelerde hâsıl olan olayların çözümünü metafizik düşünce kutupları içine çeker. Ya da ait düşünceleri bir alana yönetir. Meselelere çözümler bulamaz. Fertlerin davranışları sübjektifleşir. Böylece düşüncenin pratikleşmesi önlenmiş olur. Sömürge ülkelerde insanların kafalarının içine değil, dış görünüşüne; arzu ve şehvetine özen gösterilir ve hitap edilir. Moda, spor, eğlence, festival vs. gibi şeyler ihdas edilir. Bunların tanıtımını yapan çarşaf çarşaf gazete, mecmua, dergi basın yayın yolu ile ülkenin en ücra köşelerine kadar götürülür. Spordan eğlenceye, eğlenceden festivallere planlı bir şekilde koşuşturulan halk, ülkesinin gidişatı ile ilgili ahvalden bihabersiz kalır.
Özgürlük, bağımsızlık, eşitlik; insan hak ve hürriyetleri konusunda ne kadar sloganları varsa, hepsinin yayını yapılır. Bunun ardından halkın aklını başından alan ve hedef gösterilen sloganların ardına basitliğin, kuruluğun, vasıfsızlığın sloganları yerleştirilir. Yani halk, bir defa daha “tongaya” düşürülür. Toplumun ileri gelenleri, hakikaten, “istendik alana” yöneltilir.
Herhangi bir konuda, ülke faydasına yapılan sempozyumlara yabancı uzmanlar (!),filozoflar (?!) davet edilir. Tebliğler sunulur. Ve sonuç bildirisi okunur. Birde bakarsınız ki, sonuç bildirisindeki raporda davet edilen misafirlerin (!) görüşleri ağırlık kazanmıştır. Kısaca şu denmek istenmiştir: ülkeniz nasıl ve ne şekilde davranması konusunda bir tavır takınırken bizim fikirlerimize başvurmadan edemez. Bizler olmadan sizler bir şey yapamazsınız. Eğer yaparsanız, yaptığınız işin meşruluğu tartışma götürür.
Meğer bu tebliğler, toplantıya sunulmadan önce “birilerine” gösterilmiştir. Velhasıl, sizi sizden daha iyi düşünenler varmış?
Sizi hiç şaşırtmasın… Önünüze “dinî bir gramer” konur. Camilerde bu gramerin dışına çıkamazsınız, va’azlarınızla. Dinî, ahlakî ve kültürel motifleriniz bol bol kullanılır, ülkenizde. Hadiselerle örülü kavramların “anlam kaymasına” uğraması da sizi telaşa düşürmesin. Dininiz, ahlakınız ve kültürünüz sizi “geri” kalmaya mahkûm etmiştir. “Çağdaş” olabilmeniz için bu kavramlara “uygarca bir yorum” getirmek lazımdır. Emperyalizm, sömürge ülkelerde bu yorumları getirmede profesyonelleşmiştir.
Her şey ele alınır da edebiyatınız bırakılır mı? Bir bakarsınız edebiyatınızı seven bir takım “ilerici yazarlar” türer. Aşinasıdırlar Doğu edebiyatının. Doğu klasiklerinin hepsinden haberdardırlar. Beynelmilel yayın kuruluşlarında ülkeniz adına övgü dolu makaleler yazmıştır. Uluslararası alanlarda, çeşitli ödüllere aday gösterilir; ödüller kazanır. Fakat ülkesinde tarih ve edebiyat tedrisatı yapan bir fakültenin var olmadığının farkında olamazsınız.
Emperyalizm, aleyhine gelişmeler gösteren fikir ve düşünceleri; edebiyat akımlarını “kaydırma” ve “değiştirme” veya “kaynağını kurutma” yöntemi ile dejenere etmiştir. Millî bir edebiyat yerine hümanist, sosyalist ve varoluşçu akımlar zuhur ettirilmiştir.
Ülke sorumluluklarını omuzlarında taşıyabilecek, keyfiyet sahibi olan insanlar, sömürge ülkelerde, san’at, edebiyat ve müzikle uğraşıyorlardır. Ülkenizde müzik dehaları, resim dâhileri ve edebiyat üstatları yetişir. Ama, siyaset-i hususi ve siyaset-i umumiden anlayan bir tek âdemoğlu bulamazsınız. Asırların olgunluğunu taşıyan siyaset tarihiniz bırakılmıştır; bir asırlık siyaset teorileri ile uğraşır olmuşunuzdur. Kısır çekişmeler yıllarca sürüp gider. Sivil ve askerî yönetim arasındaki mücadeleden elde edilen tecrübe, dedesinden torununa kalmış tek mirastır.
Milletleri sömürülen ülke haline sokan en önemli unsurlar; kendi dinine, ahlakına, tarihine ve kültürüne karşı yabancılaştırılmasıdır.
Emperyalizm, sömürge ülkelerde yapacağı pek bir şey kalmadığını anladığı zaman, ülkenin tarihî şahsiyeti ve hafızası durumunda bulunan “millî arşiv”ini giderken almayı hiç mi hiç ihmal etmez. Emperyalizm bilir ki, ölülerin tecrübesi dirilerin hayat iksiridir. Yine biliyordur ki, tarihi yalan-yanlış şeylerle inşa edilen toplumlar, gerçeğe ulaşamazlar; uyanamazlar. Tarihî kimliğini ve hafızasını kaybeden toplumlar şahsiyetsizleşirler. İşte emperyalizmin istediği de bu değil midir?
Sonuç olarak emperyalizme karşı bir zafer kazanmışsanız “hemen eski hesapları deşmenizi ve hesap sormanızı isteyenler” çoğalacaktır. Amaç zaferinizi gölgelemek, sizi haksız göstermek; elde edilen başarınızı bir “hesap sorma” mücadelesi olarak tanıtmaktır.
İşte, kalın çizgilerle belirtmeye çalıştığımız oyunların son aşamasına kadar gelen bir ülkeyi görüyoruz. Orası Cezayir’dir. Cezayir, lideri ve halkı ile iliklerine kadar bu mücadeleyi yaşamışlardır. Davaları legaldir. Davaya destek, mücadelenin ulviliğine inananlarca verilmiştir. Dava, hususiyetle Cezayir’in, umumiyetle Müslümanlım diyenlerindir.
Kürreyi arzda esir bulunan Müslüman Türklerin bu mücadeleden alacakları ibretler olmalı.
Yazan: Ahmet TESNİMİ (17.08.1990 Doğankent/Giresun, Yenidüşünce Gazetesi)
1) İmadüddin Halil, İslâm Tarihi, İst. 1985, s.191
2) Ahmet Faiz, Davet Yolu, İst. 1986,cilt–1 s.187
3) Malik Binnebi, Sömürge Ülkelerde Fikir Savaşı, İnsan Yay. İst. 1984, s. 29
4) Malik Binnebi, a.g.e. s.34
5) Malik Binnebi, a.g.e. s.36
6) Malik Binnebi, a.g.e. s.3