Lâdini bilime göre tekerrür eden olay ve
olgular; nedenselliğe dayalı,
gözlemlenebilir, kontrol edilebilir ve laboratuvar ortamında tekrar edilebilir
özelliklere sahip olması gerekir. Bu yönüyle tarihin tekerrür ettiğini iddia
etmek materyalist bir söylemdir. Tanrı iradesini, dolayısıyla tanrıyı ve kader
anlayışını yok sayan bir yaklaşımdır.
Tarihin tekerrür ettiği iddiasını tarih okumalarının
ana eksenine oturtan toplumlara baktığımızda bu toplumların geçmişte takılı
kaldıkları görülmektedir. Bu tür toplumlar, -doğruluklarına veya
yanlışlıklarına rağmen- genelde dindar toplumlardır. Mesih, mehdi ya da imam
beklentisi anlayışları bunun için seçilmiş iyi örnekler olarak gösterilebilir.
Bu beklenti ise kaderciliği ön plana çıkarmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz
kader anlayışının yok sayılması ile burada dile getirdiğimiz kaderciliğin ön
plana çıkması her ne kadar zıt yaklaşımlar olsalar da her ikisi de tarihin
tekerrür ettiği anlayışını beslemektedir.
Tarihin tekerrür ettiğini söylemek; geçmişte
yaşanan bazı kahramanlıkların, üstünlüklerin veya ağır yenilgilerin aynı
kavimler etrafında hayat bulacağı beklentisine girmektir. Kendi toplumumuz
açısından Osmanlı ruhunun yeniden dirileceği beklentisi, bunun iyi bir
örneğidir. Atlarımız (günümüz açısından tanklarımız) Viyana önlerinde yeniden
şaha kalkacak, üç kıtaya hüküm sürülecek, hilafet bizim önderliğimizde
dirilecek…
Tarihin tekerrür edeceği beklentisi, toplumu
kalın bir hamaset kabuğuna sıkıştırıp hapsetmektedir. Biz (Türkler) ve birtakım
farklı İslâm milletleri olarak her birimiz birbirimizden bağımsız olmak üzere
geçmişte takılıp kaldığımız dönemsel önderliğimizin tekerrür ederek yine
kendimize döneceğini iddia edip durmaktayız. Birbirinden kopuk ve “milliyet
egosu”na dayalı bu tekerrür beklentisi nedeniyle tarih sahnesinde tekrarına
sebep olduğumuz tek şey, Müslümanların ezilmişliğidir. Moğol ve Haçlı istilaları,
Endülüs’ten kopuş, Viyana kapılarından kovuluş, Anadolu yarımadasına sıkışıp
kalmak, Bereketli Hilal’in gözyaşı ve Gazze…
Bütün bu örneklere baktığımızda aslında materyalist
bakış açısına göre tarih gerçekten tekerrür etmektedir. Deneysel olgu ve
olaylarda hiçbir şey tesadüfi değildir. Bir takım bağımlı olaylar, bir takım kontrol
edilebilir bağımsız olaylara bağlı olarak gerçekleşmektedir. Buzu ateşin üstüne
koyarsanız önce eriyip su olacak, sonra kaynayıp buharlaşmaya başlayacaktır. Defalarca
tekrar edilebilir bu deneyde marifet, ne ateştedir ne buzda ne de suda. Marifet,
buzu ateşe koyan akıl ve eldedir. Tarihte tekerrür eden olaylar da tesadüfi gelişen
ve gerçekleşen olaylar değildir kesinlikle. Tekrar eden her olgu ve olay, daha
önce yaşanmışlıkların birer esin örneğidirler. Bunu kavramış olan prometheusçu uygarlıklar, sosyolojiyi bir
toplum bilimi laboratuvarı gibi kullanarak bazı tarihi olayları istedikleri
gibi yeniden kurgulamakta oldukça mahirdirler. Etki-tepki prensibiyle kurguladıkları
olaylar zinciriyle “az gelişmiş veya gelişmekte olan” şeklinde
sınıflandırdıkları toplumları geçmişte yaşattıkları bazı olayların etkisine yeniden
tabi tutarak daha önceden gösterilen tepkilerin aynı şekilde tekrarlanmasını
planlı bir şekilde sağlamaktadırlar. Tekerrür eden bu yöntem sayesinde kendi
hegemonyalarını ve sömürgelerini devam ettirebilmektedirler.
Konuyu özetleyecek olursak: Dünyaya başka bir
Hz. Muhammed gelmeyecek lâkin Selahaddin Eyyubi olmak isteyen yüzlerce bebek doğabilir.
Tarihin lehte tekerrür edeceğini beklemek
aptalların işidir.
Bekleyecek miyiz, olacak mıyız?..