Orta yaşın
altında olanlarımız ile gençlerimiz alın terini unutmuş/lar. Sadece alın terini
değil elbet! Kanaati, sabrı, şükrü de... Bu da ahlâkın değiştiğini,
dekadansa/yozlaşmaya uğradığını gösteriyor.
Bir kısım “yeni
yetmeler”, devlet kapısından ve şirketlerimizden rızıklananları beğenmiyorlar.
Geldikleri köyü, insanını, insanlarının rızk kapılarını da hor görüyorlar.
Otuz-kırk yıl
önce herkesin evinin yakınında bir tane fırın vardı. Sebzeler, hatta meyveler
kış için kurutulurdu. Ekmekler fırında, sobada, kuzinede ve saçta pişirilirdi.
Sofradan ekmek artmazdı. Artanlar ise papara yapılır, kurutulur çorbaya
katılırdı.
Şimdi ise
dereler, tepeler sebze, meyve, konserve, başka yiyecek ve ekmek artıkları ile
dolu.
Eskiden
büyüklerimiz tarafından yiyecekler ve içecekler nimet olarak görülür, bu
sebeple de onlar kanaat sahibi ve şükür ehli, tasarruflu insanlar idiler.
Ayrıca köyler
boşalmadan, şehirler de bu kadar dolmadan, topraklarımız kıymetliydi. Köylüler
arasında çıkan kavgalar toprak ve hayvan üzerinden yapılırdı.
Hepimizin
dedeleri, hatta nineleri, bir karış toprak kazanmak için dağı-taşı, yabanı-yakayı,
uzağı-yakını gece gündüz kazmışlar; ekmek ve dikmek için. Şimdi ise adam en verimli
arazisini bırakarak, şehre koşuyor. Bilmiyor ki, asıl terkediliş/lik, toprağın
insandan kaçmasıdır.
Burada iki
şey etkilidir;
Birincisi,
insanı teknoloji yalnızlaştırmıştır/yozlaştırmıştır/uzaklaştırmıştır. Önce insandan/kendinden,
daha sonra da topraktan…
İkincisi ise,
kanaat, şükür ve sabrın kaybedilmesidir.
Bu sebeple,
asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğu hayatımızda yer almıyor.
Ahlaki
meziyetlerin irtifa kaybettiği “yeni yetmeler”de, tüketim kültürü/ekonomisi
(Keşke iktisadı deseydim çünkü, iktisat "ilm-i tedbir-i menzil" dir.)
baskın. Bu durum elindeki ile yetinme yerine, başkalarının elindekine de sahip
olma, göz dikme/alın teri harcamadan/ açgözlülüğüdür. Açgözlü insana ne
verirsen ver, eli de doymaz, gözü de doymaz, gönlü de doymaz. Nefsinin esiri
olanın gözü hep başkalarının üstündedir.
Doymayan göz,
razı olmayan gönül, mutmain olmayan nefis soymaya, soygunculuğa başlar. Bilmez
ki, bu yollara tevessül eden bir daha geri dönemez, bir daha geri çıkamaz.
Bu gidişatın
tek çıkış yolu var: yeniden kadim ahlâkımıza dönmek; alın terinin kutsallığına
inanmak; kanaati, şükrü ve sabrı en kıymetli yol ve yoldaş ederek yürümek.
Ahmet TESNİMÎ (06-04-2020 Sakarya)