Doxa’dan Simülasyon’a
Görünenin ne kadarı gerçeği yansıtır
ya da gerçeğin ne kadarı görünene yansır?
Görünüş ve gerçeklik ayrımına dair
ortaya atılan düşünceler, felsefenin önemli bir konusunu oluşturmaktadır.
Platon felsefesinde yer alan görünüş ve gerçeklik konusunun, doxa(sanı) ve
aletheia (hakikat) kavramlarıyla ifade edildiğini söyleyebiliriz. Platon düşüncesinde,
görünüşü gerçeklikten ayırabilmek bir idrâk meselesi olarak karşımıza çıkar. “Her
şeyin aslını bilmeyen”, kendinde varlığı özü itibariyle kavrayamayan kişiler
kör sayılır. (Devlet, 484d). Konum itibariyle doxa durumuna düşmüş olan
bu kişiler, uyanık olsalar bile uykudadırlar, baksalar da görmezler, sözleri
hakikate değmeyeceği için, konuşsalar da dilsizdirler.
“Doxa itibariyle sürdürülen hiçbir
görme ve kavrayış faaliyeti, aletheia’ya temas edemez.” (Haşlakoğlu, 2016:126).
Bu noktada, görünüş ve gerçekliğin birbirinden ayırt edilebilmesi söz
konusudur. Platon düşüncesinde, görünüş ve gerçekliği birbirinden ayırt
edebilmek için, Doxa’dan aletheia’ya dönüş sağlayacak olan bir idrâk
gereklidir. Dönme ve gerçeği görme ile birlikte, “hürleşme ve arınma” sağlanır.
Doxa’dan kurtulmak, “nereye dönülmesi gerektiğini” bilmekle mümkün olabilir.
(Haşlakoğlu, 2016:83). Görünüşten gerçeğe dönüş, bir eğitim faaliyeti
doğrultusunda gerçekleşebilir. Bu eğitim, “ruhun kendisinde mevcut bulunan
görme gücünü, iyi olandan yana çevirme sanatıdır.” (Devlet, 518d).
Platon düşüncesinde yer alan mağara
benzetmesi, görünüş ve gerçekliği en iyi şekilde ifade edebilecek olan bir
benzetmedir. Mağaradaki mahkûmun, doxa’dan aletheia’ya çevrilmesi beklenir. Mağarada
yaşayan bu insanlar, ellerinden ve boyunlarından zincire vurulmuş bir halde
yaşarlar. (Devlet, 514a-b). Bu insanlar, dış mekândan sızan ışığın
etkisiyle oluşan gölgeleri gerçek zannederler. Mağaradan kurtulmayı başaranlar,
dışarı çıkıp gerçek ışıkla karşılaştıklarında, rahatsız olacaklar ve acı
duyacaklardır. Fakat kararlılık gösterenler, ışığa alışacak ve bir daha
mağaraya dönmek istemeyeceklerdir. Doxa’dan aletheia’ya dönüş, bu şekilde
tasvir edilir.
Aslında burada, bir unutuş söz
konusudur. İnsanın kendini unutması, kendini kendi yapacak hakikati unutması. Bu
bakımdan, görünüşün gerçek olmadığını idrâk etmek ve gerçek olanı hatırlamaktır
aslolan. Platon düşüncesine göre, değişmez olan bu gerçeklik, “dışarda bir
yerde” değildir. “Onları ancak benliğin içinde bulmak” mümkündür. (Watson,
2020:176). İnsanın kendi benliğinde var olan bu gerçeklik, akıl yoluyla ortaya
çıkarılır. İnsan ruhunda var olan idrâk yetisi, insanı diğer canlılardan ayıran
önemli bir yeti olmaktadır. Sürekli değişen ve bozulan şeylerin gerçek olması
düşünülemez. Bugün taze olan bir çiçek, yarın solup gidecektir. Fakat, bizde sonsuzluk
idesiyle var olan çiçek kavramı, görünüşten ibaret değildir.
Platon düşüncesinde, sanat da
görünüşü temsil etmektedir. Mesela bir resim, kopyanın kopyasını ortaya koyar. Öbür
yandan, mağaranın duvarlarına yansıyan resimler, günümüz dünyasındaki kitle
iletişim araçlarını çağrıştırır. Belki de Platon’un yaşadığı çağda televizyon
olsaydı, mağara benzetmesine hiç gerek kalmayacaktı. Günümüz dünyasındaki kitle
iletişim araçları da, insanın, kendisinden uzaklaşarak, kendisini kendisi yapan
hakikati unutmasının en önemli sebeplerinden biri değil midir?
Teknolojik gelişmelerin başında gelen
kitle iletişim araçları, Baudrillard düşüncesinde, simülasyonun en etkin
araçları olarak görülmektedir. Yani; “gerçek olan artık dünya ile doğrudan
doğruya bir bağlantı içerisinde olduğumuz değil, TV ekranlarından bize
verilendir.” (Dağ, 2011: 137). İnsan, kitle iletişim araçlarıyla birlikte,
kendisine sunulan sanal bir hayatın taklitçisi olarak, kendini kendisi yapan
gerçekliği reddetme eğilimine girmiştir adeta. “Teknolojik feodalitenin sultası
altında olan düzende, sanalın devreye girmesiyle, kendi gerçekliği ile birlikte
tüm gerçeklikler yadsınmaktadır.” (Dağ, 2011: 184).
İnsana sunulan ve gerçek olmayan
abartılmış ve ayartılmış sanal çeşitlilik neticesinde, insan, hem kendini
tüketme çılgınlığının içerisinde bulurken hem de kendi gerçekliğine dönük
olarak küçümseyici bir tavır takınabilir. En iyisine sahip olma, daha güzeli
olma, daha ön planda olma düşüncesi, gerçekliğin ve doğal olanın yitirilmesine
de yol açmıştır.
Sanal gerçekliğin insana sunduğu bir
diğer seçenek de, “başkası olabilme” seçeneğidir. Şöyle ki; sanal gerçeklik
sayesinde, on farklı kişiye, on farklı kişilikle kendinizi tanıtabilirsiniz. Evde
aileniz sizi farklı bir kişilik olarak görürken, sanal bir dünyada farklı bir
kişilik oluşturabilirsiniz. Bu durumun ahlâkî boyutu tartışmalıdır. Fakat, Ray
Kurzweil’e göre bu durum, insanın, kendisini iyi hissetmesini sağlar. Mesela
Kurzweil, sanal gerçekliğin, ilerleyen teknoloji ile birlikte daha da gelişeceğini
düşünür. Bu konuda, insanlık 2.0 kitabında şöyle söyler; geleceğin
önemli teknolojisi olan “nanobot teknolojisi, içinde yer alacağımız, üç
boyutlu, inandırıcı bir sanal gerçeklik ortamı” sunacaktır. Bu nanobotlar,
kılcal damarlarda gezinirken, bizler sanal ortamda yaşamak istediğimizde
devreye girerek, “sanal ortama uygun sinyaller” vereceklerdir. (Kurzweil, 2020:
469). Baudrillard düşüncesi açısından baktığımızda, bu durumun, simülasyonun
zirve noktası olduğunu söylemek mümkündür. Baudrillard, “artık düşünen, eylemci
bir özneye gerek yoktur, zira her şey teknolojik aracılar yardımıyla
gerçekleşmektedir“ diyerek, ileri teknolojinin, insanı nasıl dönüştürdüğünü
vurgulamaktadır. (Baudrillard, 2005: 54). Kurzweil, sanal gerçekliğin insana
iyi geldiğini ve insanı rahatlattığını düşünmekteydi. Baudrillard ise bu
rahatlığı şöyle değerlendirir; “Bu durumun, insanı rahatlatan bir varsayım
olduğu doğrudur. Çünkü bütün bunlar, çok da ciddiye alınabilecek şeyler değildir
ve bu durumda, gerçekliğin kesinlikle yok edilmiş olduğu söylenebilir.”
(Baudrillard, 2005: 55).
Günümüz dünyasında, sanal ve benzeri
teknolojilerle büyülenmiş olan toplumlar, Platon’un mağara benzetmesinde yer alan
ve mağaranın duvarına yansıyan sahte görüntüleri gerçek zanneden insanları
hatırlatır. Yine Platon felsefesinde, insanın bedenden kurtulması ve arınması
durumu, günümüz dünyasında, çok farklı bir boyutta karşımıza çıkmaktadır.
Teknolojinin geldiği son noktaya baktığımızda, teknolojinin sunduğu imkanlarla,
zihin üzerinden ölümsüz olma düşüncesiyle karşılaşırız. Bu konuda Baudrillard,
“sürekli olarak ölümden kurtulmaya, yaşlanmamaya, sonumuzu getirecek tüm
alternatifleri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz”, der. Fakat burada dikkat
çekilmesi gereken asıl mesele, ruh meselesidir. Platon düşüncesinde, bedenden
kurtulma ve arınma, ruh yolu ile elde edilir ve ruhun ölümsüzlüğüne inanılırdı.
Günümüz dünyasında ise, ruh aradan çıkartılarak, zeka ve akıl üzerinden
ölümsüzlük düşüncesi söz konusu olmuştur.
Bir başka mesele ise, Platon’un
mağara benzetmesinde, duvara yansıyan görüntüler, en azından dış dünyanın
görüntüsünü yansıtmaktaydı. Güneş metaforu ve ışığı, yapay bir ışığa değil,
gerçek bir ışığa karşılık geliyordu. Günümüz dünyasına baktığımızda, kitle
iletişim araçlarıyla insanlara sunulan sanal gerçekliğin, bir kurgudan ve yapay
ışıktan kaynaklı olduğunu görürüz. Artık günümüzde, “kopyalanan gerçeklik ile
asıl gerçeklik arasında herhangi bir değer ayrımı kalmamış, öz ve görünüş,
model ve kopya ayrımı ortadan kalkmıştır.” (Gültekin & Tokdil, 2017: 287).
Platon’un sanata olan bakış açısı, bugünün
kitle iletişim araçlarını ifade eder niteliktedir. Platon düşüncesine göre
sanatçı, “bir şeyin üç derece uzağını yapan kişidir.” (Bahadır, 2019: 46). Bu
nedenle resim, gerçeğin benzetmesi değil de, görünenin benzetmesi olmaktadır ve
“simülasyon, gerçekliğin gerçek olmayan bir kopyasıdır.” (Bahadır, 2019: 46). Baudrillard
düşüncesinde sanat, gerçekliği buharlaştıran bir şeydir. Gerçekliğin
buharlaşması demek, bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, gerçekliğin içinin
boşaltılması demektir.
Post-modern dönem düşünürlerinden
olan Baudrillard’ın, gerçeklik ve görünüşle ilgili olarak ortaya koymuş olduğu
görüşlerin, Platon düşüncesiyle çok fazla benzerlik taşıdığı söylenebilir. Özellikle,
mağara benzetmesinde yer alan, insanın sahte görüntülerle büyülenmişlik hâli, günümüz
dünyasındaki toplumların, kitle iletişim araçlarıyla, gerçeklikten kopuş hâline
çok benzemektedir. Bütün serzenişler ve yakınmalar, insanın, gerçeklikten ve
hakikatten uzaklaşarak, kendini ve özünü unutmasından dolayıdır. Her iki
düşünür de, aslına bakılırsa bir unutuşu vurgulamaktadır.
Unutuş ve hatırlayış arasındaki o
ince çizgi; idrak ile gelen bir dönüş!
KAYNAKÇA
Watson, P. (2020). Fikirler Tarihi Ateşten Freud’a, (çev: K. Atalay, N. Elhüseyni, K. Genç, B. Pala, B. Tırnakcı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Platon, (2007). Devlet, çev. Hüseyin Demirhan, Ankara: Palme Yayıncılık.
Haşlakoğlu, O. ( 2016). Platon Düşüncesinde Tekhne, 1. Basım, İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Dağ, A. (2011). Ölümcül Şiddet Baudrillard’ın Düşüncesi, İstanbul: Külliyat Yayınları.
Kurzweil, R. (2020). İnsanlık 2.0, çev. Mine Şengel, İstanbul: Alfa Yayınları.
Baudrillard, J. (2005). Anahtar Sözcükler, çev. Oğuz Adanır & Leyla Yıldırım, Ankara: Paragraf Yayınları.
Gültekin, T. & Tokdil, E. (2017). “Gerçeklik ve Sanı Yaklaşımı Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (23): 277-290.
Aşkın, B. (2019). “Mağara Alegorisi ve Simülasyon Bağlamında Ruh ve Beden”, Düşünbil, s. 44-48
KAYNAKÇA
Watson, P. (2020). Fikirler Tarihi
Ateşten Freud’a, (çev: K. Atalay, N.
Elhüseyni, K. Genç, B. Pala, B. Tırnakcı). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Platon, (2007). Devlet, çev. Hüseyin
Demirhan, Ankara: Palme Yayıncılık.
Haşlakoğlu, O. ( 2016). Platon Düşüncesinde
Tekhne, 1. Basım, İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Dağ, A. (2011). Ölümcül Şiddet
Baudrillard’ın Düşüncesi, İstanbul: Külliyat Yayınları.
Kurzweil, R. (2020). İnsanlık 2.0,
çev. Mine Şengel, İstanbul: Alfa Yayınları.
Baudrillard, J. (2005). Anahtar
Sözcükler, çev. Oğuz Adanır & Leyla Yıldırım, Ankara: Paragraf
Yayınları.
Gültekin, T. & Tokdil, E. (2017).
“Gerçeklik ve Sanı Yaklaşımı Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme”, Felsefe
ve Sosyal Bilimler Dergisi, (23): 277-290.
Aşkın, B. (2019). “Mağara Alegorisi
ve Simülasyon Bağlamında Ruh ve Beden”, Düşünbil, s. 44-48