Denetim amacı ile bir ilimizdeki Anadolu liselerinden birine gitmiştik. Lise, maddi yapısı itibarıyla mükemmeldi. Son derece büyük ve emsallerine göre oldukça lüks bir binaya sahipti. Her branşa ait laboratuvarı ve bu laboratuvarlarda araç gereçleri mevcuttu. Hatta bu ilimiz, devlet büyüklerimizden birinin doğum yeri olduğu için Amerika Birleşik Devletleri tarafından bu okula tam takım halinde fizik, kimya ve biyoloji laboratuvar araç-gereci hediye edilmiş, ancak ihtiyaç duyulmadığı için bu malzemelerin henüz ambalajları bile açılmamıştı.
Çok defa şahit olduğum imkânsızlığın yanında her türlü imkâna sahip böyle bir liseye gelince içim açıldı, çalışma heyecanım arttı. Biraz şahsi merakım, biraz da laboratuvarların ne derece yoğun ve etkili kullanıldığını anlamak için biyoloji öğretmenini çağırdım ve:
- Sayın hocam; biz aşağı yukarı bir hafta buradayız. Bu süre içerisinde, gerektiğinde boş zamanlarınızı da kullanarak bana, laboratuvarda yapacağınız bir deneyle yoğurdun içindeki bakterileri gösterebilir misiniz? dedim ve ekledim: “Deney hazır olduğunda bize haber verin; hemen iştirak edeceğim.” Öğretmen önce hafif bir tereddüt geçirdi; sonra:
-Peki, efendim, dedi.
Bir iki gün sora öğretmenle koridorda karşılaştık. “Deneyi hazırlıyorum efendim; üniversiteye gittim, yardım aldım. Hazır olunca sizi çağıracağım” dedi.
İki gün sonra geldi; birlikte laboratuvara indik. Mikroskopta bazı ayarlamalar yaptı ve bakmamı söyledi; baktım ama hiç bir şey göremedim. Öğretmenin, "Şöyle bakın, böyle bakın" şeklindeki yönlendirmeleriyle küçük bir iki siyah nokta fark ettim. "Bu mu hepsi", dedim. "Evet, buranın imkânları ile bu kadar oluyor," dedi. Artık o an için söyleyecek bir şey yoktu; bırakıp çıktım yukarı.
Tabiidir ki, bütün bunları bir meslek mensubunu kınamak ya da eleştirmek için anlatmıyorum. Amacım, bu tespitten hareketle eğitim öğretimde insan faktörünün önemini ve öğretmenlerimizin hizmet içinde kendilerini yetiştirme gereğini ve yaptıkları hizmetin kutsallığını ortaya koymak istiyorum.
Şunu peşinen söylemek gerekir ki, öğretmenlik mesleği her şeyden önce gönül işidir. Eğitim-öğretime, diğer bir deyişle insan yetiştirmeye gönül vermeyen kişilerin öğretmenlik mesleğinde başarılı olmaları mümkün değildir. Hatta kısa zamanda yıpranmaları ve tümüyle meslekten soğumaları ve kopmaları söz konusudur. En başta meslek seçimi yapılırken bu husus dikkate alınmalıdır.
Öğretmenlik bir liderlik mesleğidir. Liderliğin en önemli vasıflarından biri de örnek olmaktır. Bu noktada öğretmenlerimize büyük görevler düşüyor: Öğretmenler, öğrenmede, öğretmede, kendini yetiştirmede, her türlü fedakârlıkta gençliğe ve çevrelerine örnek olmak durumundadırlar. Dersliklerde zilin çalmasını iple çekip çıkar çıkmaz soluğu oyun masalarında ya da ilgisiz yerlerde alanların bu örnekliği yapamayacakları muhakkaktır.
Öğretmen, yeniliğe ve yenilenmeye açık olmalıdır. Branşı ile ilgili bir iki dergiye abone olmalı; basını, dolayısı ile günlük olayları takip etmelidir. Branşı ile ilgili gelişmelerde ilmi değerlendirmeler yapabilmelidir.
Her öğretmen, sürekli kendini yetiştirme gayreti içinde olmalıdır. Bazıları, üniversitede kaliteli eğitim alamamış; özellikle fen derslerinde yeterli sayıda deney izleme ya da yapma fırsat ve imkânı bulamamış olabilir. Unutmamak gerekir ki, en büyük okul bizzat hayatın kendisidir. Mesleğe yeni başlamış olanlar kıdemli ve tecrübeli öğretmenlerden yararlanmalıdır. Son yıllarda yapılan düzenlemeler, yenilere bu imkânı sağlayacak niteliktedir. Öğrenme, gurur meselesi yapılamaz. Özellikle "Mektupla Öğretim Dönemi" mezunlarından dilekçe yazamayan Türkçe öğretmenleri gördük. İlahiyat Fakültesi mezunlarından "failin merfu olacağını" bilmeyen meslek dersleri öğretmenlerine şahit olduk. Ancak bunlardan iyi niyetli olanlar, mesleği benimseyip kendini yetiştirme gayretine girenler kısa zamanda fevkalade başarılı oldular.
Ne zaman öğretmenlerle ilgili konular konuşulsa, hemen öğretmen maaşları gündeme getirilir. Doğrudur: Bir insanın rahat ve huzur içerisinde yaşaması ve görevini yapması için maddi sıkıntı çekmemesi gerekir. Ne var ki öğretmenler de Türkiye gerçeğinin bir parçasıdır. Türkiye'de ücretle çalışanlar içerisinde durumu en iyi olanlar yine öğretmenlerdir. Esasen, mesleğini seven bir öğretmenin, fidan gibi gençleri yetiştirmekten alacağı manevi doyum, parayla alınacak maddi hazzın çok ötesinde ve üstünde olmak gerekir. Dileğimiz, tüm çalışanların maddi imkânlarının artırılması; refah seviyelerinin yükseltilmesidir.
Sonuç olarak; bütün iş ve işlemlerde, her türlü hizmet ve faaliyette asli unsur, esas faktör insandır. Tuttuğunu, aziz eden de, zelil eden de odur. O halde insanımıza değer vermek; onu iyi yetiştirmek ve ondan iyi yararlanmak zorundayız.
Yazı: Murat ARSLAN