Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv          Rss Listesi
 

Postmodernizm ve Eğitim - http://www.catak.info/
   
 Postmodernizm ve Eğitim

Postmodernizm ve Eğitim
 Yazı Boyutu

 Tarih : 8.04.2009 - 22:00:18 


Modern Çağda Eğitime farklı bir açıdan bakış...


                  Postmodernizm tartışmaları teori alanında, modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimari, edebiyat, resim vb. alanlarda yeni "postmodern" kültür biçimlerinin işaretleri olarak başladı. Bu tartışmalar zamanla diğer birçok alanlara da yansımıştır. Bu alanlardan birisi de eğitimdir.

 

                  Postmodernizm bilgi, doğru ve insanla vb. ilgili ortaya koyduğu iddialar eğitimi de yakından ilgilendirmektedir. Ancak eğitimle ilgili tartışmaları daha kapsamlı bir biçimde ele alabilmek için öncelikle postmodernizmin ne olduğunu ya da ne olmadığı ortaya koymak gerekmektedir. Bu yazıda öncelikle bunu yapmaya çalışacağız.

 

                  Postmodern terimi muhtemelen ilk kez Arnold Toynbee tarafından 1934'de tasarlandı ve 1939'da kullanıldı. Hacimli bir eser olan A Study of History'sinde Toynbee, birinci cildin ilk sayfalarındaki bir dipnotta, tarihçilerin "modern" dönem olarak göndermede bulundukları dönemin aşağı yukarı ondokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde - yani 1850 ile 1875 arasında- sona erdiğini öne sürer. Bu, o andan itibaren "modernizm sonrası" bir döneme girildiğini, postmodernitenin yirminci yüzyıldan çok ondokuzuncu yüzyıla dek düştüğünü gösterir. Toynbee eserini yazarken modern dönemin sonuna dair bu düşünceyi pekiştirmiş ve çalışmanın 1939'da yayımlanan 5. Cilt'inde "postmodern" terimini çekinmeden ilk kez kullanmıştır. Bu noktada, modernin Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914-1918'de sona erdiğini ve postmodernizmin iki savaş arası yıllarda 1918 ile 1939 arasında eklemlenmeye ve biçimlenmeye başladığını öne sürerek kronoloji biraz değiştirmiştir

 

                  F. Jameson'un "geç kapitalizmin mantığı", A. Huyssen'in "neo-modernizm", Marc Argue'nin "üst modernizm", E. Gellner'in "görecelik", Guyy Debord"un "gösteri toplumu diye adlandırdığı ya da tanımladığı postmodernizmin veya postmodern toplumun kesin ve net bir tanımını yapmak hemen hemen mümkün değildir.

 

                  Ancak genel ilkeleri ve özellikleri ya da söylemi analiz edildiğinde "modern - sonrası" ve "modern karşıtlığı" biçiminde bir tanım yapmak mümkündür. Bu konudaki açıklamalar,"özenin sonu"ndan "öznenin yükselişi"ne, "yeni bireycilik"e, "toplumun çözülüşü"nden "sivil toplum"un yeniden ortaya çıkışına, "modernliğin sonundan "başka bir modernlik"e ve "neo-modernizm"e kadar uzanıyor. Postmodernizm öncelikle dünyaya olagelen değişimlere yanıt olarak ortaya çıkar. Nitekim tarihsel olarak bakıldığında, postmodernizm askeri ve iktisadi Amerikan hâkimiyeti akımının üst-yapısal ifadesi ya da en azından Avrupa merkezciliğin sonu olarak da görülebilir. Nihayet postmodernizm bir yandan tarihsel bir dönem olarak anlaşılıyor. Öte yandan sadece bir arzu, şimdiki zamanı yeniden değerlendirmek için geleceğe yönelen bir ruh hali gibi görülüyor. Daha farklı bir deyimle modernlik 19.yüzyılın ikinci yarısı ve 1960'lardan sonra iki büyük kriz yaşadı, işte postmodernizm bu ikincisinin sonu olarak ortaya çıkmış kabul ediliyor.

 

                  Avrupa'nın dünyanın geri kalan ülkeleri üzerindeki egemenliğinin sonu ve "yerel ya da azınlık kültürlerine söz hakkı veren medyaların ve ortamın gelişmesi postmodernizmin ortaya çıkışındaki iki temel değişimdir. Böylece 18 ve 19. Yüzyıl Avrupa'sının akıl ve ilerleme için ya da bunlara karşı mücadele ettiklerini sandığı toplumsal hareketlere temel bir önem veren evrenselcilik ortadan kalkar.

 

                  Postmodernizme yol açan gelişmeler, tek ve mutlak bilim anlayışının reddedilmesiyle başlamakta, aşırı rasyonelleşmenin insani duyarlılığı yok etmesi, araçsal aklın egemenliğinin yıkıcı sonuçları ve nihai olarak yaşam alanının yok olmasına tepki olarak şekillenmektedir. Rasyonalizme karşı da öznenin de öne çıkması yönünde bir gelişim gözlenmektedir.

 

                 Postmodernizmin tarihsel ve kültürel temellerini ortaya çıkarmak amacıyla Antik Yunan Felsefesine özellikle de Sofistlere kadar gidilebilir. Sofistlerin septisizmi, relativizmi ve nihilizmi postmodernistlere hem benzer hem de cazip gelir. Bilindiği gibi Sofistler "insan"ı herşeyin ölçüsü olarak kabul ederler. Hatta öyle ki insan "varolanların varlıklarının da varolmayanların varolmadıklarının da" ölçütüdür. Dolayısıyla bu anlayışa göre "doğru" olacak, herkesin doğru sayacağı bir yargıya varmanın imkanı yoktur. Sofistlere göre varlığın bilgisini bile elde etmek mümkün değildir. Gorgias'a göre, "bir şey yoktur"; "bir şey olsaydı da bilemezdik"; "bilseydik de başkalarına bildiremezdik".

 

           Onlara göre bilgi teorik bir merakı gidermek için değildir, pratiğin, yaşamın emrindedir. Bir bakıma Sofistler kendilerinden önceki filozofların temel konusu olan "tabiat"ı, dış dünyayı terkederek, insana yöneliyor, onu her şeyin merkezi, temel unsuru yapıyordu. Sofistlerin septisizmi, relativizmi ve nihilizmi yaşadıkları dönem itibariyle yıkıcı bir özellik taşımıştır. Değer kargaşasına ya da anarşisine yol açarak tümel hiçbir ölçüyü ayakta bırakmamış, otorite ve geleneği (yasaları, hukuku, sosyal normları, ahlak kurallarını) olabildiğince sarmıştır.

 

         Postmodernistlerin Sofistlerden sonra gerek fikri, gerekse kültürel anlamda etkilendikleri akım ise yüzyılımızın başındaki "bulanım felsefesi"dir. J.J. Rouseseau ile başlayan modernizm eleştirileri Nietzshe, Heidegger, Spengler, Danilevski vb. ile belki de en üst noktasına varmıştır. Yine ardından gelen Frankurt Okulu ve takipçileri de postmodernizmi ve ilkelerini belirleyen önemli akımlardandır. Genel olarak postmodern teori, bu yüzyılın dil saplantısının bir sonucu olarak kabul edilir. 20. Yüzyılın en önemli düşünürleri olarak kabul edilen Russel, Wittgenstein, Saussere, Heidegger ve Foucault çözümlemelerinin odak noktasını fikirlerden uzaklaştırıp düşüncenin ifade edildiği dile kaydırdılar. "Anlamlı düşünceyi sağlayan nedir ? sorusuna "dilin yapısı" cevabını verdiler. Diğer deyimle postmodernizmin fikri temellerinde biri de yapısalcılık ve postmodern yapısalcılık akımlarıdır.

 

                  Postmodernizmi, ikinci dünya savaşı sonrası ve özellikle son 20-30 yıldır siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamda meydana gelen köklü değişimlerin klasik sosyolojik çerçeveleri zorlamış olmasıyla da alakalı görmek mümkündür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, kapitalizm önemli bir mahiyet değişimi yaşamıştır. Bunun sonucunda hiç hesapta olmayan değişik gruplaşmalar ve mücadele biçimleri klasik Marksist sınıf varsayımlarını altüst etmiştir. Özellikle de Marksizm'den başlamak üzere kapitalizm ve modernizm hakkında 19. Yüzyılın sonlarıyla yirminci yüzyılın ilk üç çeyreğinde hükümfermâ olmuş açıklama çerçevelerinin önemli bir bunalıma girmesine yol açmıştır. Denilebilir ki, içine girilen bu son dönemlerin en belirgin karakteri büyük çaplı bir "özgürlük" söylemine dayanmış olmasıdır. Altmışların başlarında "ideolojilerin sonu" ile başlayan bir eskatoloji furyası, yetmişlerde ve seksenlerde yeni Fransız düşüncesi namıyla "insanın sonu"nu ilan ederek devam etti. Bu furyanın yarattığı karambole proletaryaya, başkaldırıya, devrime, ideolojiye, hümanizme, kısacası Lyotard'ın sonradan "büyük anlatılar" olarak niteleyeceği bir sürü ideale veda edildi. Bütün bu vedalar mutlaka bir karşılamaya tekabül edecekti. O da, herhalde, dizginsiz bir liberalizmin katıksız bireyselciliği ve renksizliği olacaktı. Onu karşılamak uğruna verilen son kurban "tarih"ti. Tarihin Sonu'nun küresel-pazarın avantacı zabıtası liberal Amerikanın resmi ideologu Fukuyama'ya ihale edilen karşılama merasimi, sosyal bilimlerin tüm birikimine kurnazca referanslarla, yeni olduğu artık bariz olan zamanlara bir açıklama çerçevesi sağlama iddiasını taşıyordu.

 

                  Lyotard, hayatı bütünlüğüyle açıklama ve yönlendirme iddiasındaki (özgürlük, eşitlik, adalet, evrim, rasyonalizm gibi) Aydınlanma ideallerinin hepsini meta anlatılar olarak adlandırmakta ve bu tüm meta anlatıların anlamını yitirdiğini, hiç bir hükmünün kalmadığı söylemektedir. Denilebilir ki, postmodernizm indirgenebilir ve akademik ilgiye konu edilebilir bir çerçeveye ilk kez Lyotard'ın bu yaklaşımıyla kavuşmuştur. İkincisi, kendisini, kendi çıkış noktası olan marksizmin de üzerinde gördüğü Aydınlanmacı ideallerin savunusuna adayan ve modernliği Aydınlanmada tasarlanan fakat henüz tamamlanmamış bir proje olarak gören abermas'ın (1983) yaklaşımıdır. Habermas'a göre bugün postmodernlik iddiasında bulunan, başka bir deyişle postmodernlik olarak nitelenerek savunulan idealler, Aydınlanmanın projesi olarak modernliğin söyleminde gösterilmiştir. Bu ideallerin realizasyonu, bu yüzden modernliğin terk edilmesiyle değil, daha fazla modernlikle, daha fazla akıl, rasyonellik ve Aydınlanmayla olabilecek bir şeydir. Üçüncü, yine Marksist olan Frederiz Jameson'un (1994), postmodern olarak işaret edilen görüngülerin tamamını geç kapitalizmin kültürel mantığına indirgeyen yaklaşımı. Dördüncü, genellikle Theory, Culture , Society etrafında şekillenen ve kaziye olarak, yaşanan gerçekliğin kesinlikle modernlik olarak bilinegelen gerçekliği tanımlayan kavramsal araçlarla artık tüketilebilmekten çok uzaklaştığını, bu yüzden her hâlukârda yaşanan gerçekliği anlaşılabilir kılacak bir disiplinin geliştirilmesi gerektiğini telkin eden bir yaklaşım. Bu dergide yer alan Bryan S. Turner, Roland Robertson, Frederic Jameson, Georg Stauth ve Mike Featherstone gibi sosyologlar postmodernizmin küreselleşme ve tüketim kültürü gerçeği eşliğinde anlaşılması gerektiğinde ısrar ederek, bu alanda her birinin kendine özgü tarz ve nüanslarla ve tikel katkılarla önemli ölçüde bir postmodernizm sosyolojisinin adından sözettirmişlerdir.

 

                  Kuşkusuz onların her biri artık postmodern bir durumda yaşamakta olduğumuz yönündeki bir varsayımı problemsiz olarak kabul ediyor değildir. Hatta aralarında postmodern nitelemesini reddederek kendi analizlerini temellendirenler de vardır. İçinde bulunduğumuz "postmodern durum"da Aydınlanma çağının ürünü olan insan anlayışı ile dünya görüşleri bir sarsıntı geçiriyordu. Aydınlanma, Tanrı'nın merkezi olduğu kutsal bir düzenden insanın merkezi olduğu dünyevi bir düzene geçişti. Postmodern dünyada ise, ne Tanrı ne de insan merkezdir.

 

                  Merkezsiz ( ya da çok-merkezli) bir düşünce sistemi sözkonusudur. Bu sistem içinde insan, bütünsel, tutarlı bir "akıl", tarihi inşa eden bilinçli bir özne değil, sürekli oluş halindeki, etkileyen, etkilenen, bütünlükten, tutarlılıktan yoksun, çeşitli "özne konumları"ndan (subject positions) konuşan, çelişkilere düşen bir kimliktir.

 

                  Modernist düşüncenin benzerlikleri, karşılaştırılabilir nitelikleri, aynılıkları merkezileştirmesine karşılık, postmodernizm farklılıkları vurguluyor. Eski dünyada Tanrı'nın buyrukları o düzenin tartışılmaz önermeleriydi. "Tanrı ölünce", yerine geçen insan tartışılmaz olsa bile, bir uyumu sağlayabilecek ve nesneler dünyasının düzenli bir yapısı olduğunu gösterebilecek önermeler oluşturmak zorundaydı. Descartesçi düşünen özne, fenomenler dünyasını düşünülen nesle olarak seçer. Bu soyutlamada nesneler arasındaki benzerlikler kurulurken, farklılıklar zihinde aşılarak benzerliklere indirgenir. Farklılığın, heterojenliğin paranteze alınması böylece Yeniçağ biliminin kaçınılmaz özelliği olur. Hegel bu özne-nesne ilişkisinden kopar görünür, ama aslında kopmaz. Akılcılığın yapısına ve yöntemine değil, biçimine, formüllenişine karşı çıkar; kartezyen öznenin yerine kurmaca bir geist çıkarır. Bu adeta nesneleşmiş bir öznedir, ilk bakışta özne-nesne ayrımı ortadan kalmış gibidir burada, ama tez-antitez çelişkisinde gene iki değerli mantığı ve bilinci görürüz, ikilik kapalı bir sistemin içine yerleştirilmiştir. Sonuçta, Hegel'de heterojen yapının farklılıkları basit karşıtlıklara indirgenmiştir. Klasik Batı düşüncesi ikili karşıtlıklar üzerine kuruludur. Özne-nesne, özgürlük-zorunluluk, kültür-doğa, Batı-Doğu, kadın-erkek vb. Bu ikiliklerle daha başkaları tam karşıtlıklar olarak kurulmuş, seçilen konuma göre, biri merkez seçilirken, karşısındaki "öteki" sayılmıştır. Postmodernizmde bu çiftler karşıtlık olmaktan çıkarılmış, bunların birbirlerini dışlamadan yan yana varolabilecekleri öngörülmüştür.

 

                  Şimdiye dek bütün Batı geleneği içerisinde dualistik konum geçerli bilginin kaynağı olarak kabul edilmiş, amaç her gerçekliği öznellikten ayırmak olmuştu. Ancak postmodernizmle birlikte bu temel çatırdamış, bilginin, gerçekliğin ve düzenin kavramlaştırılması yolu radikal değişimlere açılmıştır. Gerçekçiler uzun yıllar "gerçekten mi" diye sorup durdular. Anti gerçekçiler içinse "gerçekten mi" sorusu pek bir şey ifade etmedi. Oysa postmodernist yaklaşımda hem modern gerçekçilik hem de modernist retçilik anlamını yitirdi. Çünkü gerçekçilik de, anti gerçekçilikte de benzer bir tutum içerisinde, davranışlarımızı "gerçeklere" göre ayarlamamızı sağlayan bilimin sonuçlarını kabul ettiler. Postmodernistlere göre gerçeklik yorumdan ayrılan bir şey değildir. Varolan  bilginin tümü ancak insanlığın varlığı aracılığıyla anlaşılır. Düşünce ve gerçek birbirine karışmıştır; düşünceyi kısıtlayan, onu tıkayan ayrıca otonom bir gerçeklik yoktur. Toplum da sistemin ve gerçekliğin dayandığı dil oyunlarıyla somutlaşır. Murphy'e göre bu, yapısal, değişmez standartlara oturtulmuş bir mekanizma olmaktan çok, kişiler arasında yapılmış bir çeşit sözleşmedir. Sonuçta, dil ve gerçek, postmodernist çerçevede, birbirlerinden ayrılmaz iki parçadır, çünkü dil, herhangi bir araç olmaktan çok, konuşma ve ifade eylemiyle sosyal hayatın anlamını oluşturan yaratıcı bir güçtür. Dahası, postmodernite eski ayırımlar ve bölünmelerin dışındaki yeni biçimleri oluşturacak yeni dilleri bulma girişimidir. Bu girişim, öncelikle yüksek kültürle kitle kültürü (pop kültürü) arasındaki sınırları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Urry'de postmodernizmi sosyal gruplar, yüksek ve pop kültürü ve hatta sanatla hayat arasındaki eski sınırların aşılması, eski merkezi kimliğin dağıtılması olarak yorumlar.

 

                  Lyotard, gerçekliğin dil oyunlarının bir ürünü olduğunu söyleyen ilk postmodern düşünürlerdendir. Lyotard'a göre gerçek, ancak dilin kullanımıyla hayal ürünü olmaktan çıkar. Bilgi ise nesnel olmaktan çok, dil kurallarıyla düzenlenen ve yönlenen varsayımların birleşimidir. Böylece postmodernistler için, gerçek dili oluşturmaz ve düzenlemez, aksine önemini ve şeklini dilsel eylemlerden alır.

 

                  Modern çağ, kozmolojinin ve metafiziğin yerini alan felsefi epistemolojinin merkezi bir ağırlık kazandığı dönemdir. Bu çağda kuşkuculuk, indirgemecilik ve bireycilik güçlenmiş, geleneksel otorite ise zayıflamıştır. Murphy bu dönenim üç önemli felsefi teze sahip olduğunu söyler. Birincisi epistemolojik felsefi temelciliktir. Bilginin yalnızca kesin temel inançlar üzerine yeniden inşasıyla doğrulanabileceği görüşüdür. İkinci tez, dilin temsil ettiği nesne ve olgular yoluyla asıl anlamını kazandığını savunur. Üçüncü tez atomizmdir; toplum ve topluluklar karşısındaki öncelliği olduğu varsayılan modern bireycilikle örneklendirilebilir. Postmodern düşünce ise dönemin bu üç modern tezinden kesin olarak ayrılır. Postmodern düşünürlerin yazılarında daha çok iki önemli epistemolojik pozisyonu gözönünde bulundurduklarını görürüz. Bunlar, çoğunlukla dilin felsefesinde ve anlam teorisinde takınılan holistik ve pragmatik tavırlardır. Modernistler topluma ait bilgiyi ve dili insanların bir araya toplanması olarak düşünürken, postmodern düşüncede dilin ve topluluğun rolü arasında vazgeçilmez bir ilişki öne sürülür. Toplumun yapısal elementlerle düzenlendiğine inanlar,postmodernistlerin bir düzen ihtiyacı içerisinde olmamalarından yakınırlar. Her ne kadar postmodernistler "düzen"i tümüyle reddetmezlerde de, düzenin soyut ifadelendirilmeleri postmodernizmin içerisinde ciddi biçimde sorgulanır. Toplum, onlara göre, dil oyunlarının esnek ağlarıyla örülür. Dil oyunlarının bütününden oluşan bu örgü, kişileri en uygun biçimde birbirine bağlar, farklılıkların kabul edilmesi ve tanınmasına karşın onları yaklaştırır da. Sonuçta, postmodernist düşüncede insanlar farklı idealleri taşıdıkça "uzlaşma" (konsensus) temeline oturtulmaya çalışılmaz. Buna göre, farklı değerlerle kurulan her dil oyununa -eğer gerçeklik gerçekten kavranmak isteniyorsa- itibar edilmeli ve üzerinde durulmalıdır.

 

                  Bütün bunların yanısıra, doğrusu pek çok postmodern yazarın çektiği temel güçlük dualist olmayan sağlam bir toplum kavramsallaştırmasına gidememekten kaynaklanır. Modernist söylem, Bell'in ve Habermas'ın yazılarında çeşitli örneklerini rastladığımız "ilerleme" ve "mantık" gibi üstün kriterleri baz alır. Postmodernist söylem ise sosyal hayatı "aykırılık" ve "belirsizlik" temelinde analiz eder. Böylece, tartışma birbiriyle açıkça çatışan iki epistemolojik pozisyon etrafında kutuplaşır; bir yandan modernizm rasyonel düşüncenin gücü yoluyla insan kapasitesinin mükemmelleştirilmesi inancını ortaya koyar, diğer yandan postmodernizm modernistlerce şampiyonluğu yapılan bu etnik merkezci (etnosentrik) rasyonalizmi ağır biçimde eleştirir. Dil açısından baktığımızda, modernist söylemde dilin kendinden başka her şeyi ifadelendirmeye yarayan bir araç olduğunu görürüz. Bu söylem, kendini hikâyelendirmelerle meşrulaştıran bir meta söylemdir. Dolayısıyla modernizm, söylemi aracılığıyla toplayıcı ve kontrol edicidir. Oysa postmodernist söylemde sistemler temelde insan kontrolünden bağımsız, dünyanın yalnızca bize ait olduğu varsayımıyla yola çıkan tasarımlardır. Çünkü bu söylemde terimler kendilerine isnat edilen anlamların karşıtlarını da içeren bir yapıdadır. Örneğin "enformal" gerçekte "formal"dan hiç bir şekilde ayrı kavramlaştırılamayacağı için formal'i de kapsayıcıdır. Hatta iki terim yalnızca birbirlerini tanımlamazlar, aslında aynıdırlar

 

                  Postmodernizm, modernliğin açmazlarına karşı bir savaşım ve hesaplaşmadır. Modern toplumun içine girmiş olduğu bunalım, postmodernin temelinde yer alan bir ön kabuldür. Bu bunalım krizi yansıttığı ölçüde postmodernizm eleştirel, olumlu, katkı yapıcı ve sorgulayıcıdır. Ve öyle görünüyor ki, postmodern teriminin güçlü yanını bu eleştirel boyutu oluşturuyor. Asıl sorun ise postmodernizmin, moderniteden bir kopuşu dile getirmesi, bir başka deyişle, postmodernizmin kendini bir alternatif olarak, yeni bir kültürel oluşum, yeni bir dönem olarak sunmasıdır. Modernizm - Postmodernizm tartışmasının temel nedeni de burada yatmaktadır. Buraya kadar postmodernizm genel bir çerçevesini çizmeye çalıştık. Bu çerçeveden hareketle postmodernizm eğitimle ilişkili olduğunu düşündüğümüz bir kaç temel özelliğinin de belirlenmesi de faydalı olacaktır.

 

                  a) Modernizme Bakışı ve Eleştirisi Postmodernizm, modernizmin tam bir karşıtlığı ya da sonu olmaktan ziyade, modernizme bazı konularda itiraz eden, bir akımdır. Yani modernizme toptan bir karşı çıkış sözkonusu değildir. Postmodernlik yeni bir çağ değildir, modernliğin yüklendiği bazı çizgilerin yeniden yazılmasıdır. Postmodernizm teknik ve bilim tarafından tüm insanlığın özgürlüğe kavuşma projesinin meşruluğu üzerine kurulmuştur. Nitekim postmodernizme ilişkin eserler, klasik anlamda modernizmin içinde özümsenecek ve böylelikle de "postmodern" terimi, dönemimizde gerçek anlamda modern yapıtların büründükleri biçimlerin ve yeniliğe yönelik bilinen modernist güdünün diyalektik bir yoğunlaşmasından öte fazla bir anlam taşımayacaktır. Jameson'a göre postmodernizmin düşünce tıkanıklıklarının rahatlamasına yol açma gibi bir özelliği vardır. Lyotard'a göre ise postmodern modernin bir parçasıdır, postmodernizm, nihayetine varmış modernizm değil, doğum halindeki modernizmdir ve bu hal süreklilik arzeder. Postmodern,modernin içerisinde sunulamayanı, sunumlamanın kendisinde ileri götüren olacaktır, güzel biçimlerin tesellisini ve elde edilemez olanın kolektif nostaljisini paylaşmayı mümkün kılan bir zevk uzlaşımını inkar edecektir. Postmodernizm-modernizm ilişkisi ya da postmodernizmin modernizme karşı olduğu hususları modernizmin ilerleme anlayışı, rasyonalizasyon, sekülerizm ve nesnelliği şeklinde özetlenebilir. Bir bakıma modernliğe yönetilen postmodern leştiriler evrenselleştirici, herşeye hakim bir aklın bazı olumsuzluklarını ortaya koymakla birlikte modernliği toptan reddedici bir tutumu haklılaştırmamaktadır. Temel sorun modernliğin yeni bir anlayışının geliştirmesinde yatmaktadır.

 

                  b) Görecelik

                  Postmodernizm modernizmin tekçi ve bölünmez nitelikteki değerlerini ve ilkelerini daha çok görecelik ilkesiyle sarmaya çalışmaktadır. Lyotard'ın da belirttiği gibi değer yargılarının izafiliği postmodern insanın tabiatıdır. Çünkü postmodernizmin sonucu olarak mümkün gerçekliklerin sayısı artmıştır. Postmodernistler "kritersiz" veya daha spesifik olarak a priori tüzüğü bulunmayan bir toplumun geliştirilmesinden söz ederler. Postmodernizm bir bakıma bir "orijinalite" yokluğunun göstergesi veya teminatıdır. Bir başka deyişle modernizmin toplumsal anlamda dayatmacılığının karşısına postmodernizm hiç bir kesin doğrunun ve gerçeğin olamayacağı görüşünü çıkarıyor. Sosyal anlamda tek bir "değer"den değil, pek çok "değer"den bahsediyor. Bu bir bakıma robotlaşan modern insana karşı bir sosyal ve kültürel tepkiydi, cevaptı.

 

                  c) Öznellik ve Öznenin Yükselişi; Ya da Özne'nin Sonu

                  Postmodernistler, insanlara başkalarıyla özgürce yüzyüze gelme, görüş noktalarını müdahale etme, hâkim politik gerçekliğe alternatifler öne sürme imkânı veren yeni bir toplumsal düşünüş ortaya sunmaktadırlar. Postmodernizmin öznesi, tabi kılma ve boyun eğdirme pratiklerini sorgulayabilen ve yeni öznellik tarzlarını inşa etmeye girişebilen bir öznedir. Postmodern çağda "ne hakikat, ne yalan, ne streotip (kalıp tip, peşin hükümlülük), ne yenilik, ne güzellik, ne çirkinlik"vardır; varolan, farklı ve eşit sonsuz sayıda zevklerin bir yelpazesidir. Herkesin kültüre ulaşmasını içeren demokrasi, bundan böyle herkesin kendi istediği bir kültür hakkını veya herhangi bir anın dürtüsünü kültür olarak isimlendirme hakkını ifade etmektedir. Bu anlamda, postmodern bireyin (ya da öznenin) tercihleri tartışılamaz; bu tercihleri, hiç bir kimse, hiç bir aşkın tarihsel veya çoğulluğa ait otorite değiştiremez.

 

                  d) Çok-kültürlülük Çoğulculuk

                  Postmodernizmin en temel özelliklerinden birisi çoğulculuk ve kültürle ilgili anlayışıdır. Çoğunculuk yani "farklılığı çoğaltmak",postmodernizmin yeni umududur. Çünkü postmodernizmin modernizme karşı en temel tezi, modernizmin tekçi ve tek-kültürcü anlayışına karşılık, çokçu ve çok-kültürlülüğü temel alan anlayışıdır. Modernizm ortaya çıkardığı ve belirlediği kültür anlayışını (yüksek-kültürü) tek doğru ve tek gerçek olarak ortaya atıyor ve dünyadaki tüm toplumların ve kültürlerin kendilerini buna göre değiştirmelerini veya bu kültüre uyum sağlamalarını istiyordu. Kendine göre yüksek -alt-karşı kültürler veya gelişmiş, gelişmekte veya geri kalmış ülkeler gibi tasniflerde bulunuyor ve insanlara tek bir hedef gösteriyordu. Yine insanları ilkel, yarı ilkel, modern ve çağdaş biçiminde ayırabiliyordu. Kuşkusuz postmodernizmin en temel özelliklerinden birisi  yüksek kültürle kitle-kültürü arasındaki ayrımı kaldırmasıdır. Postmodernizmle birlikte artık kültür mekanikleşmiştir ve medyanın konusu haline gelmiştir. Murphy'nin de belirttiği gibi Batı entelektüel geleneğinde "Tek Tanrı, Tek iyi, Tek Hakikat" merkezi bir yer işgal eder ve dolayısıyla bu,modernizmin de eski gelenekten aldığı birşeydir. Ancak postmodernizmin dünyası zıtlıkların birbirine karıştığı bir dünyadır. Postmodern kültürde toplumun bir totalite veya mükemmel bir sistem olduğu fikri terkedilir. Onlara göre toplum, gelişen konumların birbirlerine bağlılıklarını tasarlayabilmelerine uygun şekilde, yamalı bir bohçadır. Postmodernistlere göre eğer bir toplum plüralizmi  (çoğulculuğu) teşvik ediyorsa sağlıklıdır. Fakat bu amacı gerçekleştirmek için muhalif görüşleri hem koruyan hem de reddeden söylem teşvik edilmelidir. Her kültürün yaşamasına imkan verilmelidir.

              Sonuç olarak parçalı kimlikleri ve taklidi başlatan postmodernist dönem veya postmodern kültür sabit ve durağan bir gerçekliğe yapılan tüm göndermelerden yoksundur.

 

                  e) Eklektisizm-Melezleşme-

                  Her şey gider (anything goes) Postmodernistler "tek"in hâkimiyetini yadsımaları ve çok kültürlülüğü benimsemelerinin tabii bir sonucu olarak da eklektik bir tutumun ortaya çıkmasına yol açmışlardır. Kendilerine özgü bir popülizmle olayları değerlendirmişler ve "her şeyin her şeyle gittiği" anlamında fikirler ortaya atmışlardır. Aslında postmodernistler mevcut çağdaş yaşamın olgusal gerçekliklerinden hareket etmişlerdir. Dünyanın böylesine globalleştiği ve küçüldüğü bir ortamda her türlü farklılıkları kendinde gerçekleştirmeye çalışan insanlar şüphesiz ki bu eklektizmde büyük pay sahibidirler. Modernizmin bütün uygulamalarına ve ideallerine sırt çevirmiş Feyeraband'ın bilimsel akılcılığa karşı savunduğu "her şey olur" (anything goes) sloganıyla, tam bir serbestliğe, kaçınılmaz olarak da eklektizme varmışlardır. Nitekim Lytord eklektisizmi çağdaş genel kültürün sıfır derecesi olarak kabul eder. Ona göre Reggea dinlenir, bir Western seyredilir, yemek için Mc Donalds ve yerel mutfaklar tercih edilir. Tokyo'da Paris parfümü sürülür ve Hong Kong'ta "reto" elbiseleri giyilir. Sanatta da aynı şey geçerlidir. Bir bakıma postmodernizm yaşanılanları veya yaşanabilecek her şeyi meşrulaştırmanın yolu olarak belirmektedir. Postmodern toplumdaki insanlar veya sanatçılar, kurallar ve nesneler ya da basitçe dile getirmek gerekirse sınırlamalar bulunmaksızın çalışırlar. Yani kültürel mesaj olarak postmodernizm kendisine "ne olursa gider"i seçmiştir. Bir bakıma bu ilke siz başkaldırmak istediğiniz her şeye başkaldırabilirsiniz, ama bırakın ben de başkaldırmak istediğim özgül şeylere başkaldırayım, bırakın kendimi tamamen rahat hissettiğim için hiç bir şeye başkadırmayayım biçiminde ifade edilebilir. Bundan dolayı postmodernizmde devamlı olarak "eklektizme", "düşünümselliğe", "özgöndergeliğe", "aktararak söylemeye", "yapıntıya", "rastlantısallığa", "anarşiye", "parçalılığa" ve "benzetmeye" gönderme sözkonusudur.

 

                  f) Yorumsamacılık (Metnin ve Anlamın Öne Çıkışı)

                  Postmodernizmin temel özelliklerinden birisi de "yorumsamacılık"tır denebilir. Çünkü her şeyin görece olması, her şeyin değişebilirliği, her şeyin gidebilirliği veya farklı anlam ve yorumların ortaya çıkabilmesi için metinler üzerinde yapılacak yorumların çok önemi vardır. Postmodernistler nesnel doğrunun yerine hermonetiğin doğrusunu koyarlar, dolayısıyla bu aynı zamanda nesnel bilgiyi reddederek hermonetik bilgiyi kabul etmek benimsemek demektir.Çünkü onlara göre dünyada hiç bir şey "dil"i aşamaz.

 

                  g) Teknoloji Aracılığıyla Enformasyon Toplumu

                  1970'lerin başında Daien Bell (1974:194), endüstriyel dönemin bittiğini, bilgi ve enformasyonun, toplumsal örgütlenmenin "eksen ilkesi" olarak endüstriyel mal üretiminin yerini aldığı noktada yeni bir sosyal düzenin ortaya çıktığını ilan etmişti. Bell, Amerikan toplumunun, telekomünikasyon ve bilgisayarların, enformasyon ve bilginin karşılıklı değişimi (alışverişi) için stratejik önemde olduğu süreçler tarafından karakterize edildiğini iddia etmişti. Modern toplum, emek-değer kuramıyla karakterize edilmişken, postendüstriyel toplum teknik bilgi-değer kuramıyla karakterize edilecekti. Ancak, postmodernistlere göre elektronik iletişim araç ve sistemleri, öyle yaygınlaştı ki artık şimdi büyük ölçüde yapay niteliği ağır basan bir dünyayla karşı karşıyayız. Artık gerçeği görüntüden (image) ayırabilmemizin olanaklı olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya, artık gerçekliğin değil taklidin dünyasıdır. Yeni enformasyon toplumunda eğitimciler bir dizi görevle karşı karşıyadırlar. Eğitimciler için şu ana kadar temel eğitim modeli olan fabrikasyon üretime dayalı eğitim modelinin, moderniteyle doğrudan bağlantısı olduğu açıktır. Ancak bu modelin postmodern dönemde, modasının da geçtiği açıktır. O halde eğitimciler yeni döneme uygun olan yeni bir okul tanımı bulmalı ya da tanımlama çalışmasına katkıda bulunmalıdır. Bu genel zorunlulukların da ötesinde, teknolojinin birey ve toplumu hangi dereceye kadar özgürleştirdiğini ve ne dereceye kadar sömürüye dayalı ticari ilişkilerle bağlantısı olduğunu da incelememiz gerekir. Ayrıca biz eğitimciler, temel çıkar pazarını genişletmek, potansiyel tüketicilerin zihinlerini denetim altına almak ve ekonomik çıkarları içinde eğitsel girişimcilere saldırmak olan kapitalizmin totalize yeteneğinin  zincirlerini nasıl kırabileceğini de incelemeliyiz. Kapitalizmin totalitaryen eğitimi, esterik üretimi, genelde mal üretiminin bir parçası olarak ele alır.

 

                  h) Büyük Anlatılar

                  Lyotard hayatı bütünüyle açıklama ve yönlendirme iddiasındaki (özgürlük, eşitlik, adalet, evrim rasyonalizm gbi) Aydınlanma veya Aydınlanma öncesi ideallerin hepsine meta-anlatı olarak adlandırmakta ve tüm bu meta anlatıların anlamını yitirdiğini, hiç bir hükmünün kalmadığı belirtmektedir. Lyotard Postmodern Durum adlı eserinde postmodernistleri "büyük anlatıları" inanmayan kimseler olarak tanımlar. Lyotard'a göre "büyük-anlatı"lar, uygarlığı totalitaryen ve "bilim merkezci" düşünce sistemlerine kilitlemektedir. Büyük-anlatılar, modernist görüş gibi sınırlı, totalize edici bir toplum ve tarih kuramı oluştururlar.

 

                  POSMODERN ÇAĞDA EĞİTİM

 

                  Postmodernizm konusunda yapılan tartışmaların bir kısmı doğrudan sanat, bilgi ve kültür merkezli olması nedeniyle eğitimi de yakından ilgilendirmektedir. İnsanın yetiştirilmesi sözkonu olunca, ona kazandırılması öngörülen bilgi ve kültüründe üzerinde durulması da gerekmektedir. Uluslararasındaki artan etkileşime bağlı olarak dünyada evrensel yaşam biçimlerinin ve evrensel değerlerin egemen olacağı yolundaki tezler bir yana, yukarıdaki tartışmalar içinde vurgulanan ve ortaya çıkan durum farklılaşmadır. İçinde aşadığımız yüzyılda gelinen noktada, artık toplumla ile ilgili evrensel ilke, yasa ve modellerin ne ölçüde geçerli olabileceği sorgulanmaktadır. Toplumsal kalkınma ve gelişme için de evrensel bir modelin söz konusu olamayacağı pasifik kuşağındaki gelişmelerden sonra daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır.

 

                  Sanayileşme döneminde çocukların fabrika yaşamına uyacak şekilde hazırlanması gerekiyordu. Sanayileşen İngiltere'de maden ocağı ya da fabrika sahipleri, Andrew Ure'un 1835 yılında belirttiği gibi, "ister tarlada, ister el işçiliği gerektiren bir işten gelsin, ergenlik çağına ulaşmış bir insanı iyi bir fabrika işçisi haline getirmek hemen hemen olanaksızdır" diye düşünüyorlardı. Çocukların daha önceden sanayi sistemine uyacak şekilde yetiştirilmesi durumunda, endüstrinin gerektirdiği disiplini sağlamak büyük ölçüde kolaylaşacaktı. Bu görüşün sonucu bütün sanayileşmiş toplumlarda kitle eğitimi başlatılmıştı. Fabrikayı model alarak düzenlenen kitle eğitiminde okuma, yazma, hesap ve biraz da tarih öğretiyorlardı. Bu "görünen" ders programıydı. Bir de bunun altında, çok daha önemli olan (birçok sanayileşmiş ülkede hâlâ da öğretilmektedir): Herşeyi zamanında yapmak, söz dinlemek ve gösterileni kafayı kullanmadan bellemektir. Fabrika hayatı, özellikle montaj düzenine göre kurulmuş olanı, işçinin zamanında gelip gitmesini, amirlerin ve yöneticilerin vereceği emirleri tartışmadan yerine getirmesini ve büro da ya da makinenin başında aynı şeyi tekrar tekrar bıkmadan yapmasını gerektiriyordu.

 

                  Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşme, ülkeden ülkeye yayıldıkça, eğitimin de, daha küçük yaşlardan başlatılıp, zorunlu eğitim yılları uzatılarak yaygınlaştırıldığı görülür. Halkın eğitilmesi kuşkusuz ileri doğru atılmış, insancıl bir adımdı. 1829 yılında New York'lu bazı işçilerin söylediği gibi, "insanlar için, yaşam ve özgürlükten sonra en büyük nimet okumaktı". Sanayileşmiş toplumların okulları, kuşaklar boyunca çocukları tornadan çıkmış gibi elektro-mekanik teknolojinin ve fabrika hayatının gerektirdiği şekilde yetiştirmeye devam etmiştir. Okul, çocukları yeni sanayi toplumuna hazırlamak için kurulmuş sistemin bir parçasını oluşturuyordu. Bu konuda sanayileşmiş kapitalist ya da komünist, kuzey ya da güney toplumları arasında bir farkı yoktu.

 

                  Postmodernizmin ortaya çıktığı dönemde ise, kültür ve eğitimle ilgili birçok anlayış değişime uğramıştır. Bunlardan birisi, elektronik bilgi ve haberleşmelerdeki gelişmenin sonucu zaman anlayışımızın değiştirmesidir. Bu gelişmelerle birlikte gerçeklikle ile hayal arasındaki ayrımda bulanıklaşmıştır. Modernite ise, gerçeklikle hayal arasındaki ayırımı faaliyet alanlarına göre totaliter bir anlayışla, yaralı olup olmamasına göre yapıyordu.

 

                  Bu yüzyılda evrensel bilgi ve yüksek kültür ile kitle kültürü arasındaki ayrım ortadan kalkamaya başlamıştır. Onun yerine toplumların kendi değerleri ön plana çıkmaktadır. Evrensel doğruluk veya sınıf anlayışı geçerliliğini yitirmiştir. Bütün kültürlerin araştırılmaya değer olduğu ve kültürün unsurlarının, kendi yapısı ve tarihsel gelişim süreci içinde ele alınması gerçekliği vurgulanmıştır. Çünkü yaşadığımız yüzyılda hangi kültürel farklılıkların ve bunların hangisinin üstün olduğunu tanımlamak güçleşmiştir. Postmodernizm egemen kültür anlayışını da karşı çıkar.

 

                  Avrupa'nın geleneksel ve bir zümreye ait hükümlerinden oluşan tarihsel, kültürel ve politik gerçeklerini reddeder. Bütün insanlık için tek yaşam biçimi yoktur.

 

                  Postmodernizm, modernizm temel unsurlarından olan bireysellik ve toplumsal yaşamla ilgili anlayışını yeniden ele almakta ve şekillendirmektedir. Örneğin postmodernizm, modernizmin mevcut doğaüstü ile ilgili görüşlerini eleştirmektedir. Buna ek olarak postmodernizimde ürünün nasıl üretildiği değil; insan yaşamında nasıl kullandığı önemlidir. Bu görüşe göre dilin oluşturulması kadar ürünle-özne arasında kurduğu ilişkide önemlidir.

 

                  Postmodernizm dayanışma, topluluk ve sevecenlikle ilgili görüşleri özellikle bizim dünya ile ilgili gelişmeleri daha iyi anlamamıza ve kendi yeteneklerimizi yaralı bir şekilde geliştirmemize olanak sağlar. Özellikle de hızla değişen politik, toplumsal ve kültürel koşulları yeniden düşünmemizi sağlar.

 

                  Modernizmin önemli bulgularından olan bireysel yeteneklerin ve eleştirel düşüncenin kamusal yaşamda kullanılması ile ilgili görüşleriyle postmodernizmin olağanüstü olaylar, olgular olmadan dünyayı tecrübelerimizle anlamamıza ilişkin görüşler birleştirilebilir. Bu yolla eğitim kendini yeniden oluşturabilir. Değişim ve özgürlük terimleri de yeniden yorumlanabilir. Böyle bir eğitim anlayışı eleştirel pedagoji olarak adlandırılmaktadır.

 

                  Eleştirel pedagoji son yıllarda değişik teorileri bir araya getirmiştir. Bu teorilerin hepsinin farklı farklı söylemleri ve metotları vardır.

 

                  Ancak eleştirel pedagojin en olumsuz yönü eğitim ilgili eleştirilerini modern söylem üzerine biçimlendirmesidir. Eleştirel pedagoji son yıllarda daha çok özgürlüğün sağlanması ve yönlendirmesi üzerine odaklaşmıştır. Bu biçimi ile eleştirel pedagoji, liberal ilerlemeci eğitim anlayışına yaklaşmıştır. Liberal ilerlemeci eğitimin öğrencinin kendi hızı ve tecrübeleri ile öğrenmesine ilişkin anlayışını eleştirel pedagojide benimsemiştir. Bu anlayışta öğretmenin rolü çok iyi tanımlanmamıştır. Ancak eleştirel pedagoji otoriter okul politikalarını kısmen terk etmiştir. Öğrenciler kendi yerel tarihlerini öğrenebileceklerdir. Ayrıca, okulda öğrencilerin demokratik katılımları sağlanmalıdır. Eleştirel pedagojinin en iyi taraflarından birisi, öğretmenlerin ve diğer kişilerin görüşlerine açık olmasıdır.

 

                  Eleştirel eğitim vatandaşlar arasında eşitliği sağlamaktan çok, onları en iyisi yapmaya çalışır. Bu pedagojik anlayışta okul zorunlu olarak çevresi ile demokratik ilişkiler kurar.

 

                  Öğretmenler zihinsel dönüşümler üzerinde durarak farklı fikirlerin bir arada olabileceği bir program ve sınıf ortamı oluşturur.

 

                  Ancak eleştirel pedagoji geliştirilerek, daha da yararlı hale gelmesi sağlanabilir. Postmodernizmin eleştirilerine cevap verebilecek böyle bir eğitime sınır pedagojisi olarak adlandırılabilir. Bu perspektiften bakıldığında sınır pedagoji bizim geleneksel toplumsal değerlerimizi, politikalarımızı da gözönünde bulundurur. Toplumun demokratik yaşam felsefesini geliştirmesini özen gösterir. Farklı fikirleri saygı ile bakar ve bunların gelişmesini sağlar.

 

                  Sınır pedagojisi sadece farklılıkları kabul etmemekle kalmaz bilgi ve güç arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırmaya çalışır. Öğrencilerin birçok şeyle uğraşmalarını, farklı kültür kurallarını, tecrübeleri ve dilleri öğrenmelerini tavsiye eder. Bundan öğrencilerin eleştirel olarak okumalarını, ayrıca bunların kendi yaşam öykülerini ve tarihçilerini de içermesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Öğrenciler sınırlı da olsa farklı söylemler hakkında bilgisi olmalı ve bunları eleştirel olarak bakabilmelidirler. Farklı fikirleri karşılaştırılabilmelidirler.

 

                  Eleştirel toplum teorilerinde bilgi-güç ilişkisi yaygın olarak tartışılmaya başlanmıştır. Sınır pedagojisi de büyük kuram ve politikalarla ilgili anlayışın düzeltilmesini önermektedir. Bu anlayışa göre; Bilgi yeniden ele alınmalıdır. Farklı kültürler için düzenlemeler yapılmalıdır. Eğitimde kitapların yansıra farklı araç ve gereçler kullanılmalıdır. Öğretmenlerin, öğrencilerin ve diğerlerin kültür üzerine değişik seviyelerde okuyup yazmaları sağlanmalıdır.

 

                  Sınır pedagojisi öğrencilerin kendi fikirlerini ve toplumsal kimliklerini oluşturmalarına kaynaklık eder. Ayrıca, bilgi ve tecrübelerle bireysel ve kolektif fikirleri geliştirir.

 

                  Öğrencilerin bilgi ve tecrübelerle bireysel ve kolektif fikirlerini oluşturmaları, onların kendi kimliklerini oluşmasını sağladığı gibi kendi yaşamları ve kültürleri ile ilgili eleştirel bir bakış kazandırır.

 

                  Sınır pedagojisinin önemli sorunlarından birisi de öğretmenlerin rolünün ne olacağıdır. Bu noktada sınır pedagojisi öğretmenlere farklı toplumsal, politik ve yaşam biçimlerini tanımalarını önerir. Bu farklılıkları eğitimde göz önünde bulundurarak dersleri, sınıfları ve programları ona  göre düzenlemelidirler. Öğrencilere toplumsal yaşamla ilgili bilgilerin yanında, onların etnik ve siyasal anlayışlarına ve kimliklerini geliştirmelerini sağlayacak bilgiler de vermelidirler.

 

                  Bilgi toplumunda gerçek sermaye ve zenginlik yaratan başlıca kaynak bilgidir. Bilgiye dayalı bir ekonomide eğitim, performansı ve sorumluluğu açısından okullardan yeni istemlerde bulunmaktadır. Bu durumda, okullarda aşağıda belirtilen üç nokta önem kazanmaktadır.

 

                  1. Eğitimli insan kavramına verilen yeni anlam,

                  2. Öğretim Yöntemleri,

                  3. Ders programları.

 

                  Şimdi bu kavramları kısaca ele alalım.

                  1. Eğitimli insan, yâni okuryazar kişi kavramı değişmiştir. O, artık, okuma yazma ve aritmetik bilen kişi olmayıp, temel bilgisayar becerilerini bilen kişidir. Bu yeni tür okuryazarlık, yeni kitle iletişim araçlarıyla gerçekleşecektir. Tv ve video, okulda bilgi kadar enformasyon sağlayan kaynaklardır. Hatta bunların okullardan daha fazla bilgi sağlayan kaynaklar oldukları da ileri sürülmektedir.

 

                  Kuşkusuz bu araçlar, amaçlı öğrenme, düzenlenme ve sistem açısından okul yoluyla kişinin yararlanacağı duruma getirilmelidirler.

 

                  2. Postmodernizm öğretim yöntemleri konusunda da yeni bir anlayış getirmiştir. Özellikle, okul, gençlerin gereksinim duyacakları temel becerileri vermelidir. Öğrenciler iş görecek duruma gelmelidirler. Öğrencilerin güçlü yönleri üzerinde durulmalıdır. Yani yeteneğe göre öğretim yapılmalıdır.

 

                  3. Postmodernizmin müfredat programları ile ilgili faklı bir anlayışı vardır. Özellikle modernist aşamadaki müfredat programları eskimiştir. Bunlar gelişen toplumsal koşullara göre gözden geçirilmeli ve yeniden oluşturulmalıdır. Kitle eğitiminden kişiselleşmiş öğretime, tek öğretimden çoğulcu öğretime, katı programlardan esnek programlara, öğretmenin program başlatma ve yöneltmesinden, öğrencinin başlatmasına ve grup planlamasına, bağımlı içerikten, bağımsız içeriğe geçiş sağlanmalıdır.

 

                  Geleceğin okullarında çocuk, çok değişik deneyler içinde bulunacaktır. Birçok öğretmenli ve tek öğrencili sınıflar, birçok öğretmen ve bir öğrenci topluluğundan oluşan sınıflar olacaktır. Öğrenciler geçici görev toplulukları, proje grupları olarak çalışacaktır. Öğrenci sürekli grup değiştirecek, zaman zaman bir başına çalışacaktır. Tüm bunlardan amaç, çocuğu geleceğin kalıcı olmayan organizasyonlarına hazırlamaktır.

 

                  Günümüzde bilgi hızla değişmektedir. Bu yüzden bilgi tazeleme yoluna gitmelidirler. Bu husus, hizmet içi eğitimin önemini arttırmaktadır. Mühendis, doktor, hukukçu ve öğretmen, yönetici, jeolog, muhasebeci, bilim adamı eskimiş duruma düşmemek için bilgilerini tekrar tazelemek zorundadırlar.

 

                  Bilgi toplumu, öğrenmenin sürekli olduğu ve insanların ikinci meslekler edindiği toplumdur. Bütün bunların yanısıra eğitimle ilgi büyük anlatıları bir tarafa bırakıp dikkatimizi küçük anlatılara yani "diğerleri"ni de ifade eden anlatılara çevirmeliyiz.

 

                  Sonuç: İçinde yaşadığımız yüzyılda bilginin öğrenilmesinde çok tüketilmesi önem kazanmaktadır. İletişim teknolojisinin hızla geliştiği dünyamızda bilgi çok kısa sürede kitlelere ulaşmaktadır. Ancak kısa bir süre içinde de geçerliğini ve güncelliğini yitirmektedir. Kuşkusuz böyle bir dünyada eğitimin görevi insanlara bilgi öğretmekten çok bilgiyi elde etmenin yollarını öğretmek olacaktır.

 

                  KAYNAKLAR

 

ALOGAN, Y.1995 Postmodernist Burjuva Liberalizmi, İstanbul, Sarmal Yayınevi.

ARIKAN, M., M.1992 "Postmodernist Düşüncede Gerçekliğe ve Düzene Bakış", Birikim, S.34, s.65-69

ARONOWITZ, S., GIROUX, A.,H.1991 Postmodern Education Politics, Culture and Social Criticism, University of Minnesota Press.

BÜYÜKDÜVENCİ, S., ÖZTÜRK, R.,Ö.1997 Postmodernizm ve Sinema, Bilim ve Sanat Yayınları /Ark.

ÇİÇEK, D.1997 Postmodernizmin İslamcılar Üzerindeki Etkisi Türkiye Örneği, Kayseri, Rey Yayıncılık

ELLIS, J.M.1997 Postmodernizme Hayır, Çev:H.A. Bakırer, Ankara, Doruk Yayıncılık. FEATHERSTONE, M.1996 Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev: M.Küçük, İstanbul, Ayrıntı Yayınları

HARVEY, D.1997 Postmodernliğin Durumu, Çev: S. Savran, İstanbul, Metis Yayınları.

IŞIK, O.1993 "Modernizmin Kenti/Postmodernizmin Kenti", Birikim, S.53, s.27-34

JAMESON, LYOTARD, HABERMAS1994 Postmodernizm, Haz: B.Güçlü, İstanbul, Kıyı Yayınları

KELLNER, D.1992 "Toplumsal Teori Olarak Postmodernizm", Çev:M. Küçük, Birikim, S.40, s.63-78.

KÜÇÜK, M.1994 Modernite Versus Postmodernite, Ankara, Vadi Yayınları.

 LYOTARD, J.F1992 Postmodern Durum, Çev: A. Çiğdem, İstanbul, Vadi Yayınları

 MUTMAN, M. YEĞENOĞLU, M1992 "Bilimlerde ve Toplumda Postmodernizm", Birikim, S.33, s.42-57

RICHARD,A., GARRATT,C.1996 Postmodernizm Yeni Başlayanlar İçin, Çev: D.Şahiner, İstanbul, Ad Yayıncılık

RUST, V.,D.1993 "Postmodernizm ve Eğitime Yansımaları", Çev:K.İnan, Birikim, S.49, s.60-69.

SARIBAY, A. Y.1995 Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam, İstanbul, İletişim Yayıncılık.

ŞİŞMAN, M1996 "Postmodernizm Tartışmaları ve Örgüt Kuramındaki Yansımaları", Eğitim Yönetimi, S. 3, s.460-461.

TEZCAN, M1998 Toplumsal Değişme ve Eğitim, Ankara Üniversitesi EBF Yayınları No: 182.

TOFFLER, A.1996 Üçüncü Dalga, Çev: A. Seden, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

TOFFLER, A.1996 Şok, Çev: S. Sargut, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

TOPÇUOĞLU, A., AKTAY, Y.1996 Postmodernizm ve İslam, Küreselleşme ve Oryantalizm, Ankara, Vadi Yayınları.

YILMAZ, A.1995 Modernden Postmoderne Siyasal Arayışları, Ankara, Vadi Yayınları. M. Akif Sözer 

                   

Yazı: M. Akif Gözler



 Editör :  Ahmet KARAHAN

 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 97 Puan Verildi
 Kaynak :  Ahmet Karahan

 Kategori  Eğitim-Kültür

7943 Kişi Tarafından Okundu.

Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 

 Duyuru
 Köşe Yazıları

Ahmet TESNİMÎ

Ahmet TESNİMÎ ¬
Aforizmalar

Mehmet VARICI

Mehmet VARICI ¬
TARİH TEKERRÜR EDER Mİ?

Eda TOPAR

Eda TOPAR ¬
PLATON VE BAUDRİLLARD DÜŞÜNCESİNDE GERÇEKLİK VE GÖRÜNÜŞ

İslam Ve Hayat

İslam Ve Hayat ¬
Öz Lisânımız

Rıdvan GÖK

Rıdvan GÖK ¬
SEYİR DEFTERİ

Recep ALMAZ

Recep ALMAZ ¬
Hastalık Bile Bizim İçin Bir Nimettir

M. K. Tırpancı

M. K. Tırpancı ¬
Maksadınız Ne?
 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim

Nisan 2024

Pts Sal Çrş Prş Cum Cts Pzr
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 2
 Bugün : 379
 Dün : 788
 Toplam : 1251817
 Ip No : 3.144.248.24
     

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 32.4527 32.5111
  Euro 20.6660 20.8029
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



PageRank Checker



Editörden | Köyümüz | Tarihçemiz | Töremiz | Sülâleler | Yöreden | Eğitim-Kültür | Müellim | Müellif | Serbest Kürsü | Tespitlerim | Şair/Şuur/Şiir | İktibas | Âkif EMRE | Zaruri Yazılar | Gizlilik Politikası


 
 

   © Copyright - 04.04.2009- http://www.catak.info/ - Tüm Hakları Saklıdır. 

Sitede neşredilen yazılar, site yöneticisinden habersiz alıntı yapılamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz.

Bu site

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.

24.257,41 saniye.