Ne kadar çok dizi film oynuyor televizyonda. Hikâyeleri bizden uzak, tutkuları bizden uzak, yaşayışları bizden uzak.
-Hepsini izliyor muyuz acaba? (Bu soru karşısında çoğunuzun sesini duyar gibi oluyorum.)
- Hayır, hepsini izlemiyoruz, sadece şu gün, şu kanalda oynayan diziyi izliyoruz; ama müptelası da değiliz hani. (Hemen bir başka soruya geçiyorum.)
-Peki, bu dizilerin içerisinde kendimizin(toplumun) ekonomik düzeyini yansıtan, halkımızın sorunlarına, yaşam zorluklarına(örneğin: geçim sorununa) değinen, içimizden bir ailenin hayatını anlatan bir dizi film var mı?
-Hemen dudaklar bükülerek, şöyle bir yanıt geliyor: “ Biz de farkındayız, biz de biliyoruz bize ait olmayan bizi yansıtmayan konuları işlediklerini. Zaten biz de öylesine zaman geçirmek için izliyoruz.”
Bu cevaplar karşısında üzülmemek mümkün değil. Çünkü insanlarımız televizyon karşısında boşa harcadıkları vaktin farkında değiller. Hatta televizyon karşısında iken dünya ile bağlarını kopardıklarının, ailelerine vakit ayırmadıklarının, çocuklarıyla, büyükleriyle, eşleriyle, dostlarıyla hoşça sohbet edemediklerinin, dizilerin tozpembe, yalan dünyalarını izlerken kendi gerçek dünyalarını, ailelerini ve sevdiklerini ihmal ettiklerinin hiç farkında değiller.
Televizyondaki diziler genelde birbirlerine benziyor. Konular birbirlerine yakın. Dizide ki kahramanların ya aşiretle bir bağı var ya da kahramanlardan biri çok büyük bir şirketin sahibi. Bir de acıklı bir aşk hikâyesi serpiştirilir bu hikâyenin içine. Birbirine kavuşamayan çiftler vardır bu dizilerde. Çoğu zaman da kimin eli kimin cebinde belli değildir. O, onun eşiyle; o, onun arkadaşıyla; şu, bunun sevdiğiyle... Yani anlayacağınız yeni nesil için tam bir yozlaşma okulu. Bu okul öyle bir okuldur ki kişinin öğrendiklerini, ezberlerini başka hiçbir okul yıkamaz, değiştiremez.
Araştırmalar Türkiye’de insanların çoğunun günde en az 3-4 saati televizyona ayırdığını gösteriyor. Bu saatlerin büyük bir bölümünü de yukarıda bahsettiğimiz diziler işgal ediyor. Özellikle bu dizilerin oynandığı saatlerde tüm aileler pür dikkat televizyon başına geçiyor. Dizinin olduğu saatte adeta evde çıt çıkmıyor. Hatta ihtiyaçların giderilmesi için reklam araları bekleniyor. Dizi zamanında evde yalnızca, dizide ki oyuncuların sesleri duyuluyor. Hatta o akşam eve kimsenin gelmesi istenmiyor. Rahat rahat dizi izlenmesi için...
İşte yine bu araştırmalara göre sigara bağımlılığı gibi televizyon bağımlılığının tüm ülkemizi hatta özellikle de gençleri etkisi altına aldığı, bir hastalık haline geldiği açıkça görülüyor. Elbette bu bağımlılık en çok evin küçüklerini etkiliyor. Çünkü onlar boş bir bilgisayar gibidir. Onlara hangi programı yüklerseniz o programla çalışacaklardır. İşte onları çalıştıracak olan programlar dizilerde izledikleri kahramanlar ve onların yaşantısıyla doğrudan ilgili olacaktır. Çünkü çocuklar özellikle yedi yaşına kadar televizyonda gördükleri her şeyi kaparak(öğrenerek) uygulamaya çalışacaktır(Hepimiz bu duruma şahit olmuşuzdur). Bu durum artarak çocukların gençlik döneminde iyice belirgin hale gelir. Genç izleyiciler izledikleri dizilere kendilerine iyice kaptırırlar. Dizilerin başrol oyuncusunu, kendine Rol kişilik (ilah) yaparlar. Artık bundan sonra çocuk, o karaktere bürünür ya da bürünmeye çalışır. Onun gibi giymeye, onun gibi konuşmaya… Kısaca onun hayatını benimser, onun gibi bir yaşamı arzular.
Elbette sonrası çocuk için bir kimlik bulmacasına dönüşmeye başlar. Çocuk televizyonda izlediği dizi filmlerle gerçek hayat arasındaki bağı kopartır. Çoğunlukla da televizyonda izlediği ilişkileri, diyalogları (Televizyondaki başrol oyuncularının esprilerini konuşma tarzlarını) gerçek hayata taşır. Sonuç tam bir kimlik karmaşasıdır.
Diğer taraftan ailede gördüklerini, yaşadıklarını bütün bir hayat boyunca omuzlarında taşıyan çocuklar tıpkı ebeveynlerinin birer kopyası olacaklardır. Sonuç itibari ile kitap, dergi, gazete vb. okumayıp aksine zamanlarının büyük bir kısmını televizyon karşısında geçiren ebeveynler (anne-baba) çocuklar için olumsuz bir rol kişilik (örnek) oluşturacaktır. Bu rol kişilikleri örnek alan çocuklar zamanlarını ders çalışmak yerine televizyon başında geçirecektir. (özelikle çocuklarının ders çalışmamalarından dolayı yakınan ailelerin % 90’ında bu durum açıkça görülmektedir.)
Ayrıca yapılan araştırmalar aşırı derecede televizyon izlemenin kişinin yoğunlaşma becerisini bozduğunu, beynini tembelleştirdiğini ortaya koymuştur. Çünkü televizyon beyni yormadan bilgi verir. Hâlbuki beyni en çok geliştiren şey konuşmak ya da dinlemek değil; okumak, düşünmek ve yorum yapmaktır. Televizyon işte bu becerileri azaltmaktadır. Bireysel yaratıcılığı köreltmektedir. Özellikle bu durum, çocuklarda daha da belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir.
Peki bu durumun suçlusu kim? Elbette bu durumun birinci dereceden sorumlusu akşamları zamanlarının çoğunu televizyon başında geçiren, birbiriyle iletişim içinde olmayan ve her şeyden önce kitap okuma alışkanlığı olmayan ebeveynlerdir.( anne-baba) ikincisi de yaşadığımız toprakların şarkılarını, ezgilerini, türkülerini dile getirmeyen; köyümüz, şehrimiz kokmayan dizileri yayınlayan ve yayınlatanlardır.
Özellikle son dönemde yaşanan Siirt olayı, liselerdeki cinayet vakaları, cinsel istismarlar ve şiddet olayları içinde bulunduğumuz toplumsal yapıdaki bozulmayı gözler önüne seriyor.
Eskilerin söylediği gibi insanoğlu ektiğini biçer. Ya da bir başka ifadeyle “ Rüzgâr eken fırtına biçer.”
Yazı: Faruk YEDEK