Modern Bilinç Nerede ve Nasıl Konumlanır:
Modern Düşüncenin Çıkmazı
“Aydınlanma hareketine dayanan ‘modern’ kelimesi, Latince ‘modernus’ tan
gelir. Modernus ise, ‘moda’dan türetilmiştir. ‘hemen simdi’ demektir. (Şimşek,
2017:163).
Modern bilinç, 18. Yüzyılda temellerini atmış olan bir aydınlanma
hareketinden doğmuştur. Din ile geleneği, bilimsel olandan kesin çizgilerle
ayırmayı gaye edinmiştir. Bu nedenle, modern bilincin ilerleme anlayışının; teknolojiye,
bilime, insan aklına dayandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Modern bilincin
önceliği, köklü bir geleneğe ve geçmişe dayalı olanı tamamen yok saymaktır. Fakat
bu durum, içinden çıkılmaz sancıları meydana getirmiştir. Bu sancının meydana
getirmiş olduğu sarsıntılar, her alanda(Eğitim, kültür, siyaset, din,
medeniyet, edebiyat...) kendini göstermiştir. Modern bilincin, arızî olanı ve
niceliği ön plana çıkarması, her şeyi insan aklına indirgemesi, insan hayatında
büyük boşluklar meydana getirmiştir. Her şeyin görünen üzerinden ele alınması
ve deney ve gözleme tâbi tutulması, hayatın anlamını, anlamaya ve
anlamlandırmaya yetmemiştir. Hakîkatin insan aklı ile mukayese edilerek
açıklanmaya çalışılması, insanın yaratıcı ile olan bağını koparmış ve hümanist
bir düşünceyi tezahür etmiştir. “Modern düşünce, din ile bilimi, akıl ile imanı
ayırarak, dine ait olanı hayattan kovmak suretiyle insanı çepeçevre
kuşatmıştır.” (İmamoğlu, 2017:6).
Modern bilincin, kendisini merkeze alması, kendisini özne olarak kabul
ettiğini göstermektedir. “Cemil Meriç’in işaret ettiği gibi, coğrafi
isimlendirmeler bu durumu net bir şekilde ortaya koymuştur. Mesela; orta doğu,
yakın doğu, uzak doğu gibi isimlendirmeler, Batı’nın kendisini merkeze alarak koyduğu
isimlendirmelerdir. (İmamoğlu, 2017:4).
Modern bilincin, bilginin hakîkatinin deney ve gözlemden başka bir şey
ile bilinemeyeceğini düşünerek, metafizik âlemden kesin çizgilerle ayrılmış
olması, mânâ âlemini yok sayarak, maddi âlemde konumlandığını gösterir. Modern
bilincin konumlandığı yer, deney ve gözlem ile sınırlı olan, görünenler
dünyasıdır. İnsanların, gözlerini yalnızca görünenler dünyasına dikmesi, sömürü
faaliyetini de beraberinde getirmiştir. Kendi görüşlerinin hakîkat olduğunu
düşünen bazı Batı devletleri, kendi görüşlerini kabul ettirmek adına,
kendilerinden olmayan dinî ve kültürel yapıları tahrip ederek sömürge yarışına
girmişlerdir. Maddi gücü ele geçiren toplumlar, bu gücü kendi menfaatleri
doğrultusunda kullanmaktan çekinmemişlerdir. “Modern dünya sistemi, kapitalist
bir dünya ekonomisi olmuş: sonsuz sermaye biriktirme dürtüsünün hükmü altına
girmiştir.”( Wallerstein, 2019:48) Kapitalizm, bilim ve teknolojiye olan
düşmanlığın sebebi görülmektedir. “Kapitalizm, Newtoncu determinist bir bilim
anlayışını savunmuş, bu anlayış insanların doğayı ele geçirmeleri gerektiğini savunmuştur.” (Wallerstein,
2019:101). Bilimcilerden istenen, mânâ âlemine dönük nihai bilgilerin açığa
çıkartılması değil, maddi nedenlerin açığa çıkarılmasıdır. Modern bilinç,
her şeyi yönlendirme hakkını insana ve insan aklına devretmiştir. Her alanda
kendini yetkin gören insan, “amaca giden her yol mübahtır” düsturunu
benimsemiştir. “insan ilk kez nesnelerden oluşan bir dünya kurmuş ve bu
dünyanın kölesi olmuştur” (Göktürk ve Günalan, 2006:130).
Modern insan, kendisini
yaşamaktan mahrum bırakılmıştır. Onun tek derdi, ‘görünmek’tir. Böyle bir
durumda, modern dünyanın dayatmasını kabul etmeyen kişiler ‘öteki’ olmaktan ve
dışlanmaktan kurtulamamıştır. Modern insanın, değer yargılarından sıyrılarak
maddi tüketime odaklanması, eğitim hayatında da karşımıza çıkmaktadır. Gerek
ailede gerekse çevrede en çok aşılanan durum, ‘birincilik’ anlayışı olmuştur. Birincilik;
insanî değerleri önemsiz kılan yegane amaç! Oysa ki, “Mutluluk yalnızca birinci
olmak ya da en üstün olmak demek değildir. Çocuğa böyle bir ilkeyi telkin
etmek, onu tek yönlü bir insan hâline getirecek, her şeyden önce de iyi bir
insan olma imkânını ortadan kaldıracaktır.” (Göktürk ve Günalan, 2006:141).
Modern hayatta maddi olana karşı büyük bir hırs vardır; Bu hırs, büyük
bir meziyetmiş gibi dayatılmaktadır. Kişinin, kendi kendisini tüketmesinin en
büyük sebebi, bu hırs olmuştur. “Bilgi’nin, hikmet ve ahlaktan kopmasıyla
birlikte, insan maddi/mekanik varlığa evirilmiştir.” (Dağ, 2016:248). Hislenmeyen,
tefekkür edemeyen, merhamet ve güzellik duygularından yoksun olan insan, sadece
maddi cihetiyle insan olabilir mi? Neticede, “Yalnızlaşan, yabancılaşan, meta
haline dönüştürülen insan, ‘kendine yeter’ bir duruma dönüştürülmeye
çalışılmıştır.” (Özdenören, 2016:13). İnsan, kendisinde Hakîkatin anlamını
taşıyan bir canlı değil midir? Kendisini bu denli derin bir yalnızlığa
sürüklenmesinin altında yatan gerçek nedir? “İnsan, insan değildir artık. İnsan
olarak kendi bütünlüğünden ayrılmış, kendi insanlığının bilincini yitirmiştir. Kendinden
kopmuş ve kendisine yabancılaşmıştır.” (Özel, 2020:126).
Yabancılaşma, insanın hem kendisinden hem de geçmişinden uzaklaşmasına
zemin hazırlamıştır. Hakîkat, bir arayış olmaktan çıkmış, deney ve gözlemin
tekeline bırakılmıştır. Tabiatın, derin mânâ içeren tefekkürden
arındırılmasıyla birlikte, insanlar hangi dünyaya kulak vermişse öbürüne sağır
kesilmişlerdir. İnsanların bir boşluk içinde bulunmaları, modernizmin şaşaasına
kapılmalarına yol açmıştır. Batı’nın elde ettiği teknik ve teknolojik
gelişmeler, insanların gözünde her alanda yetkin gibi görünmelerine sebep
olmuştur. Başkasına duyulan bu hayranlığın sonucunda, kişinin kendisine olan
bakışı, küçümseyici bir bakışa dönüşmüştür. İnsanlar, içinde bulundukları
halden kurtulma adına, kendilerine ait olanı kökten yok etme garabetine
düşmüşlerdir. Hâlbuki, “İnsanın tarihi kesintiye uğrar ve tarihli olduğunu
unutursa, ‘benliğ’i sarsılır ve giderek çöker. Duyma-düşünme- hatırlama işleyişi,
insanın inanç varlığı olmasının zeminini teşkil eder.” (Dağ, 2016:248).
Geçmişten tecrübe ederek ve geleneğe ek yaparak geleceği
şekillendirmekten yoksun olan insan, bir makina işlevi görmekten öteye gidemez.
Kendi kimliğine dair idrâkini yitiren bir zihin, hafızasını kaybetmiş birine
benzer. Kimlik, gerek insanların gerekse toplumların hafızası nispetindedir. İnsan,
tek boyutuyla değil, beden ve ruhun dengesini kurabildiği ölçüde var oluşunu
gerçekleştirebilir. Modernliğin amacı, “İnsanı, şuursuz ve iradesiz bir toz
yığınına dönüştürmektir.” (Meriç, 2016:176). Modern düşüncenin, her şeyi tek
boyuta indirgemesi, felsefeyi köksüzleştirmiştir. Felsefe, “kökleri metafizik, gövdesi
fizik, dalları ise tıp, mekanik ve ahlak olan bir ağaca benzer.” (Dağ, 2016:242).
Bilgi, ahlâk için varsa, fizik de metafizik için vardır. “Aristo’nun âlemi,
nihai sebeplere ve hikmete dayanıyordu. Ancak Descartes’in âlemi, makina gibi
işleyen, hikmetten yoksun mekanist bir âlemdir. (Gencer, 2017:36).
Tek boyutlu bir bakış açısı, her alanda dengeyi bozmaya meyillidir. “kadim
bir medeniyete sahip olup da, kapılarını paraya açan medeniyetler kazandığı
dengeleri er ya da geç kaybederler.” (Braudel, 1991:110). İçinde bulunulan
sistemin bozulması hasebiyle, “baska bir sistemin parçasını monte etmek var
olan sistemi yabancı parçaya muhtaç etmektir. “ (Aydoğan, 2016:7). Modern
düşünce, bir bozukluk olan sistemi kökten atmayı öngörür. Fakat sistemi
kurtaracak olan, sistemi kendi içinde muhafaza etmektir. Geçmişi tümüyle övmek
ya da yermek bir çözüm değildir. Geçmişten gelen ruhu, bugün yasatabilmektir hüner.
Bir medeniyetin ruhu, sahip olduğu dilde gizlidir. Modern düşüncenin
bize kaybettirdiği en büyük değer, dilimiz olmuştur. Bir medeniyetin ortaya
koyduğu kelimeler, o medeniyetin düşünce dünyasına, varlık görüşüne ve evren
tasavvuruna işaret etmektedir. ‘Arılaşma’ ve ‘özleşme’ adı altında yapılan dil
devrimi, topluma hafızasını kaybettirmiştir. Meriç, “kâmusa uzanan el nâmusa
uzanmıştır.” (Meriç, 2016:88) diyerek, dilin mahiyetini vurgulamıştır. Kendi
değerlerini bilmekten yoksun bırakılan bir toplumda, “Mektep adedi ve okur yazar
oranı artsa da, memleket yine de cahil
münevver salgınını önleyemeyecektir.” (Ayverdi, 2014:200). Bir medeniyetin,
kendi kurtuluşunu geçmişi tamamen yok etmekte görmesi, hafızasını yitirmesi
demektir. “Birisi çıkıp da Almanlara kurtuluşlarının ancak, Alman kültür ve
irfanını bırakmakla kabil olacağını söylemiş olsa acaba nasıl bir karşılık
görürdü?” (Said Halim Paşa, 96). Kendine ait bir şeyi kalmayan, taklit ettiğini
hakîkat zannetmekten başka ne yapabilir? Kendisini inkâr eden, aşağılık
duygusundan kurtulabilir mi? Böyle bir durumda, bir yanda terk edilen ev, öbür tarafta kapısı
çalınan yabancı hane sahibi; iki arada kalan kişinin acı dolu buhranını net bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Dünya görüşündeki farklılıklar, yaşam tarzının da farklılaşmasına neden olmuş
ve modern çağ, hız çağı olmuştur. Hız çağının dünyayı küçültmesiyle birlikte, insanlar
artık geçmişle olan bağlantıyı kaybetmiş ve günü kurtarma gereksinimi içine
düşmüşlerdir. Bu gereksinim, “tüm sonsuzun hem merkezi hem de hareket
ettiricisi olduğunu duyma gereksinimi”(Batur, 1997:77) olmuştur. “Max Weber’in
tabiriyle insanlığın tıkıldığı modernliğin ‘demir kafesi’, Jean Baudrillard’ın
ifadesiyle, cansız, görüntülerden ibaret bir simülasyon âlemine dönüşmüştür.” (Gencer,
2017:8). Böyle bir âlemde din ve hikmetin yok sayılması, kaçınılmaz olarak
karşımıza çıkmaktadır. Varlığın evi kabul edilen dil, hikmete yabancılaşmış, hikmet;
söz ve akıl gibi mânâlarla sınırlandırılmıştır. Niceliğin niteliğe, arızî
olanın cevhere, maddenin mânâya tercih edildiği modern çağda her şey anlamını
yitirmiştir.
“Heidegger, ‘dil varlığın evidir’, Wittgenstein’da ‘dilimin sınırları
dünyamın sınırlarıdır’.” (Gencer, 2017:37). Sözleriyle, varlığın dil ile olan münasebeti
açık ve net bir şekilde ortaya koyulmaktadır.
Yusuf Kaplan’ın, güzel bir sözü vardır; “Başkalarının kavramlarıyla
kendi dünyanızı kuramazsınız.” Der. Bu söz, dilin ne kadar mühim olduğunu
kavramak açısından önemli bir sözdür. Hafızasını kaybeden insan, sadece
geçmişini kaybetmez. Aynı zamanda, bugününü ve yarınını da kaybeder. Tarih,
geçmişe ait bir bilgidir. Fakat, geleceğe ait bir mesuliyeti tezahür
etmektedir.
Gelenek, geçmişi olduğu gibi
taklit ederek muhafaza edilemez. Geçmişten gelene sen ne katıyorsun? Asıl
sorulması gereken soru budur. Geçmişin ruhunu alıp, ona bugünün elbiselerini
giydirebilmektir marifet. Kökten yok etmek ve reddetmek asla çözüm değildir. Övgüler
ve yergiler, bir çözüm sunabiliyorsa kıymetlidir. Hafızasız kalmak yerine,
hafızada birikmiş olan çöpleri temizlemek, çok daha makul ve çok daha makbul
bir çözüm olacaktır.
KAYNAKÇA
BRAUDEL, Fernand (1991). Maddi Medeniyet ve Kapitalizm, çev.
Mustafa Özel, İstanbul: Ağaç yayıncılık
BATUR, Enis (1997). Modernizmin Serüveni, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları
GÖKTÜRK & GÜNALAN, İsmail & Mustafa (2006). “Modern ve
Geleneksel Değerler Arasında Yabancılaşan İnsan”, Selçuk Üniversitesi
Karaman İ.İ.B.F Dergisi, (11): 127-143
AYVERDİ, Sâmiha (2014). Milli Kültür Mes’eleleri ve Maârif Davamız, 3.
Baskı, İstanbul: Kubbealtı Yayınları
DAG, Ahmet (2016). “Ş. Teoman Duralı Düşüncesinde Metafizikten
Makinaya Batı Medeniyeti”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (22):
241-262
ÖZDENÖREN, Rasim (2016). Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, 25.
Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık
MERİÇ, Cemil (2016). Bu Ülke, 50. Baskı, İstanbul: İletişim
Yayınları
AYDOĞAN, İsmail (2016). “Bir Eğitim Aracı Olarak Modernizm ve
Müslümanların Açmazı”, 6(2):1-8
GENCER, Bedri (2017). Modernliğin Hikmetinden Sual, 2. Baskı,
Ankara: Kadim Yayıncılık
İMAMOĞLU, Tuncay (2017). “Modernizm Üzerine Eleştirel Bir
Değerlendirme”, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV(8): 1-10
ŞİMŞEK, Fatma (2017). “Modernizm ve Gelenek Arasında Bir Ütopya:
Maske ve Ruh”, SEFFAD, (38):161-178
HALİM P., Said, Buhranlarımız, Kervan Kitapçılık
WALLERSTEİN, İmmanuel (2019). Bildiğimiz Dünyanın Sonu, çev. Tuncay
Birkan, 6. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları
ÖZEL, İsmet (2020). Üç zor Mesele, 10. Baskı, İstanbul: Tam
İstiklal Yayıncılık