KAFESTE BİR ASLAN: HÜRRİYET MESELEMİZ
Bir toplum, içinde bulunduğu çağın sorunlarına ve çığlığına
kulak vermiyorsa, böyle bir toplum, kangren haline gelmekten ve bunalıma sürüklenmekten
kurtulamaz.
Bir toplumun milli ve manevi medeniyet meseleleri, üzerinde
durulması gereken asıl meselelerdir. Medeniyeti yağmalanan ve değerleri tahrip edilen
bir toplumun, zincire vurulmuş olan bir aslandan ne farklı vardır?
Bugün, Müslüman Türk milleti olarak içinde bulunduğumuz
durum, kafesteki bir aslanın hâli gibidir. Öz benliğinden uzaklaştırılmış, öz kimliğine
yabancı bırakılmış bir nesil, kendisine uzanacak bir el beklemektedir.
Tarihinden ve mâzisinden koparılan bir gençlik, kaç diploma
ile hayata tutunabilir? Diye kimse sormamış. Dolayısıyla eğitim anlayışı, toplumun
değerlerinden ne kadar fire vererek kazanırsak o kadar kârdır garabetine düşmüştür.
Yığınla kazanılan diplomalar, hiçbir insanî
değerin kapısını açmadığı gibi, hiçbir gönlü de tedavi etmeyi başaramamıştır. Bir
toplumda amaç haline getirilen diplomalar, “gözü dönmüş insan yığını” yetiştirmekten
başka bir şey yapamaz.
Eğitim, bir toplumu hem vezir hem de rezil edebilir. Kalitesiz
eğitim kurumlarının sayısını çoğaltmak, bir eğitim faaliyeti olarak kabul edilemez.
Eğitim, millî ve manevî ruh köklerinin atılımını gerçekleştirmektir. Kendi değerlerine
kör ve dilsiz olan bir eğitim anlayışı; ruh veremediği gibi, var olan bunalımı da
körüklemektedir.
Bir toplumun maddi olarak kalkınması, tabi ki yabana atılamayacak
bir durumdur. Fakat, asıl gayret gösterilmesi ve üzerinde durulması gereken “insan”dır.
İnsana yatırım yapmayan toplumların maddi refah düzeyleri ne kadar yüksek olursa
olsun, köklü bir medeniyet inşâ etmeleri mümkün değildir. Bir eğitim sistemi, kendi
değerleriyle barışık olduğu ölçüde memlekete fayda sağlayacak nesiller kazandırabilir.
Bugün, Yusuf KAPLAN’ın öncülüğünde kurulan “Medeniyet Tasavvuru
Okulu” ile birlikte; eğitim, yeni bir nefes ve yeni bir ruh kazandı. Hayatı boyunca
bocalayan yüzlerce memleket evladı, uzatmış olduğu elinin tutulduğunu hissetti.
Medeniyet Tasavvuru Okulu, kendi milli ve manevi değerleriyle
yola çıkarak, sömürgeci eğitim anlayışına meydan okuyor.
Hiçbir maddi kaygı gütmeyen, hatta elinde avucunda ne varsa
talebeleriyle ve kardeşleriyle paylaşmaya gayret gösteren Medeniyet Tasavvuru Okulu,
bir topluma “yitiğini buldurmuş olmanın sevincidir.” Diploma kaygısı taşımayan bütün
talebelere kucak açan bu okul, “akıl, kalp ve ruhu” aynı anda harekete geçirecek
olan bir gelecek sunuyor. On iki yaşındaki çocukların, “beni de kabul edin” mesajlarına
tanık oluyoruz. Diğer yandan, yetmiş yaşını aşmış olan büyüklerimizin, katılım talepleriyle
karşılaşıyoruz. Bir memleketin, kendisinden öz evladı gibi koparılmış olan hakikatine,
ne kadar aç olduğunu görüyoruz.
İhlas ve samimiyetle gelen kardeşlerimiz, MTO’nun bereketi
oluyor. Her biri ayrı ayrı kıymetli olan, milli kültür ve manevi değerlerine sadık
kalan hocalarımız, hakîkatin nefesine ses oluyorlar adeta. Ülkenin en kaliteli hocalarına
ev sahipliği yapıyor Medeniyet Tasavvuru Okulu.
“Tek derdi hakîkat,
gerisi teferruat” diyerek gelen bütün talebeleri, bağrına basıyor bu güzel okul.
Medeniyet Tasavvuru Okulu’nda, kimsenin kimseye
karşı bir üstünlüğü bulunmuyor. Herkesin kendisine ulaşmaya çalıştığı bu yolda,
kibir hoş karşılanmıyor. Bu sebepledir ki; yola çıkmak için, kibri ayaklar altına
almak gerekiyor. “İlim, irfan, hikmet” azıklarını yanlarına alan talebeler, “bilme,
bulma, olma” ümidiyle, aşkla ve şevkle yol alıyorlar. Biliyorlar ki; “Ümit ederek
yola koyulmak bizden, Zafer Allah’tandır.”