Ben'im ve Sen’in
Meselen: Bizim Meselemiz!
Her insan,
bu dünyada var olma sebebini sorgular. Var olma sebebine dair, zihninde
birtakım düşünceler üretir. Üretmiş olduğu düşünceler doğrultusunda, kendisine
bir yol tayin eder.
İnsan,
yaratılışı gereği, içinde bulunduğu toplumdan ve çevreden etkilenen bir
varlıktır. İnsan, eşref-i mahlukat olarak yaratılmıştır. Yani; yaratılmışların
en şereflisi. Her şey, insanın hizmetine sunulmuştur. Fakat bunun yanı sıra,
dağların kaldıramayacağı “kul olma” sorumluluğu da insana verilmiştir. Nedir
kul olmak? Biraz bunu konuşalım.
Kul olmak,
kul olabilene rahmet, kul olmak istemeyene zahmettir belki de! Kul olmak,
özgürlüktür. Fakat günümüzde, özgürlük kavramını kötü ve çirkin eylemlerle
eşdeğer tutan bir düşünce sistemi vardır. Ben özgürüm, istediğim her şeyi
yapabilirim, insanlara hakaret ederek hakikatlerine saldırabilirim gibi,
saymakla bitmeyecek bir özgürlük inancı vardır. Bu özgürlük, insanı kendisinden
uzaklaştıran ve insana özünü unutturan bir özgürlük anlayışıdır. Esasında
özgürlük dediğimiz şey, insanı masivâ aleminden temizleyerek Maverâ alemine
ulaştıran bir faaliyettir.
İnsanın
kalbine ve ruhuna hükmeden ve insanı esareti altına alan çirkinliklerin
özgürlüğü, özgürlük müdür? Bu noktada insan, sadece özgür olduğunu zanneder.
Hayatından yitip giden hakikatin farkında değildir. Bu durum, insanın kendinde
olmaması durumudur.
İnsanın
kendinde olması, zihnî ve kalbî bir hareket ile sağlanabilir. Zihnini ve
kalbini, içinde bulunduğu zaman ve mekânın masivâsından temizleyerek (ribat),
kendisine tevarüs edilen hakikatle irtibat kurma hareketidir bu hareket. “İnsanın
irtibatı neye ise rabıtası da O’nadır” düşüncesiyle, kalbini ve zihnini
hakikatten yana çevirerek bir rabıta kurabilmektir bu hareket. Her şeyden
önemlisi, Müslüman şahsiyetin duruşudur bu hareket.
Şahsiyet
demek, tüm haliyle “kendilik” kazanmış bir ferd'i ifade eder. Ferd, Müslüman
bir zihin ile bilme yolculuğuna çıkar. Bilme yolculuğunda, kendisine tevarüs
edilen hakikate sımsıkı sarılarak, hakikat hakkında bir fikir edinir. Bu
sayede, kalbini ve zihnini, geçici olanın tasallutundan kurtaran kişi, kalıcı
olan ile irtibat kurarak, irfan yolculuğuna çıkar. İrfan yolculuğu, bilme'nin
ötesinde ve olma'nın berisinde olan bir “bulma” faaliyetidir. Burada kişi,
bulduğunu temellük eder. Bulduğu şeyle kendisi arasında bir irtibat kurar. Bulduğunun
kendisinden olduğunu ve kendisiyle derin bir bağ içerisinde bulunduğunu idrâk
eden kişi, bulduğunu sahiplenir. Hiç şüphesiz ki, insan neyi sahiplenirse ondan
kıymet alır. Sahiplenilen her şey, insanın zihnini, zeminini ve zamanını kuşatır Hakikat namına bir şeyler sahiplenmek; insanın;
zihnini, zeminini ve zamanını temize çekmesi demektir.
İnsan,
temellük ettiğini temessül eder. Yani; kişi, neyi sahiplenirse O’na benzer.
Hikmet yolculuğu ile, hakikati temessül etme noktasına gelen kişi, artık
dünyalık olan ayak bağlarından kurtulmuştur. İşte, gerçek özgürlük burada
başlar! Hiçbir şeyin kölesi olmayıp, yaratılış gayesini idrâk eden bir kulun
özgürlüğünden daha önemli bir özgürlük olabilir mi?
Bu
özgürlüğe kavuşabilme noktasında, yaşanılan çevrenin etkisi, göz ardı
edilemeyecek kadar önemlidir. Görüntü, bir zihni etkiler. Bir zihin, bir
toplumu etkiler. Bir toplum, bir şehri etkiler.
Günümüzde
etrafımıza baktığımızda, yaşadığımız şehirler ve görüntüler, Müslüman bir zeminin
çerçevesini ne kadar sunuyor?
İklimlerin,
insanları etkilediğinden bahsedilir. Soğuk iklimlerde yetişen insanların, sıcak
iklimlerde yetişen insanlara nazaran, daha soğuk kanlı olduğu söylenir. Ben bu
durumu, şehirlerin yapısının, insan üzerinde olan etkisine benzetiyorum. Beton
yığınlarından oluşan bir şehir, insanlığa nasıl ruh sunabilir? Nasıl Müslüman
bir zemin kurabilir?
İnsanların samimi
olmayan görüntüleri, bir şehrin görüntüsü hakkında bilgi vermektedir. Hayattan
bıkmış ve asık suratlı insanlar, soğuk beton yığınlarını andırıyor. Samimiyet
yok. Samimi niyet yok. Tüketme çılgınlığı ile tükenmiş insanlar var. Madde ile
işgal edilen bir zihin, madde ile toparlanacağını zanneder. Oysa hakikat, orta yollu
bir tevâzuyu tezahür eder.
Kendinden
olmayanla işgal edilen bir zihin, zeminini bulamaz. Zeminini bulamayan kişi,
haddinden fazlasını talep eden bireyi simgeler. Kul olabilmek, haddini bilen
kişinin şahsiyet kazanmasıdır. Haddini bilen, kendisini bilir. Kendisini bilen,
zeminini bulur. Zeminini bulan, Rabbini bilir. Rabbini bilen, kul olabilme
şerefine nail olur.
Bütün mesele; “kul olabilme” meselesidir.